Neşâtî'nin Gazeli ve Yahyâ Kemâl'in Tahmîsi

NEŞÂTÎ   (ö. 1674)

Asıl adı Ahmed veya Süleyman'dır. Edirne doğumludur. İlk mahlası Semendî'dir. Arapça ve Farsçayı çok iyi öğrenerek, her üç dilin de önde gelen edebî mahsûllerini okumuş bir Farsça hocası ve başarılı bir öğretmendir. Konya'da Mevlana Türbesi'nde bulunmuştur. Murâdiye Mevlevihanesi'nin şeyhi olduktan 4 yıl sonra vefat etmiştir. (Ölümüne "Neşatı gitdi devranın", "Bezmgâh-ı âlemin hâlen neşâtı gitti ah" gibi tarihler düşürülmüştür.)

Derûnî bir neşve şairidir. Duygu ve düşünce neşesini mısralara bir musikî gibi işler.

Divan'ı, Edirne Şehrengizi, Hilye-i Enbiyâ isimli mesnevisi, Kavâid-i Fürs isimli Farsça dilbilgisi kurallarından bahsettiği ve verdiği Farsça derslerin derlemesi olabilecek eserleri vardır. Örfî-i Şîrâzî'nin şiirlerini şerhettiği eserinin ismi Şerh-i Müşkilât-ı Urfî'dir. 




Ye'se gark etti felek külbe-i ahzânı bile
Âteşim geçti cehennemdeki nîrânı bile
Cûş edüp söndüremez gözyaşı tûfânı bile
Gittün ammâ ki kodun hasret ile cânı bile
İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile

Düşde gördüm gece endâmını pîrâhensiz

Nûrdan rûh-ı musaffâ idi gûyâ tensiz
Gam değil kalsa da iklîm-i çemen gülşensiz
Devr-i meclis bana gird-âb-ı belâdur sensiz
Meyi zehr-âb-ı sitem sâgâr-ı gerdânı bile

Sanırım çarh siyâh atlasa yer yer bürünür

Âh edüp bâd-ı seher yollara düşmüş sürünür
Ne mükedder çıkılır seyre ne mahzun yürünür
Bâğa sensiz bakamam çeşmüme âteş görinür
Gül-i handânı degül serv-i hırâmânı bile

Mihr ü mâhımdı bu âlemde huzûrun dahi dün

Gittin eyvâh cihan zulmete gark oldu bugün
Küskünüm tâli‛-i nâsâze gönülden küskün
Sîneden derd ile bir âh ideyin kim dönsün
‛Aksine çarh-ı felek mihr-i dırahşânı bile

Şeb-i yeldâda görünsün mü vücûdun bana tayf

Geçse eyyâm-ı şitâ gelse bahâr olsa da sayf
Güle bakmak ele câm almak içün kalmadı keyf
Hâr-ı firkatle Neşâtî-i hazînün vâhayf
Dâmen-i ülfeti çâk oldı girîbânı bile

"Felek külbe-i ahzanı bile hüzünlere boğdu. Ateşim cehennemdeki ateşi bile bastırdı, gözyaşımın coşup çok şiddetle akması bile (ateşimi) söndüremez. Gittin ama gönlü bile hasretle doldurdun, ben sensiz olan / senden bahsedilmeyen dost sohbetini bile istemem.

"Gece düşümde vücudunu kıyafetsiz gördüm, sanki bedensiz, ışıkla temizlenmiş / parıltılarla süslenmiş bir ruh idi. (Artık) çimenlikte gül açmasa da umurumda değil. Sen olmadan, içki meclisinin şarabı eziyet veren bir acılıktadır, meclis dönen kadehi ile sıkıntı girdabıdır.

"Öyle sanıyorum ki gökyüzü karanlıkla örtülüyor. Seher yeli "Ah!" ederek yollara düşüp sürünüyor. Kederliyken de hüzünlüyken de etrafı seyretmek için yürüyüşe çıkılmıyor. Sen yanımda olmadan bahçeye bakamıyorum; sadece gülen (kırmızı) gülüyle değil, (serinlikle) sallanan selvisiyle bile gözüme yanıyor gibi görünüyor.

"Gitmenden önce verdiğin huzur (bana) güneşin ayın verdiği huzur gibiydi. Gittin ve artık dünya sıkıntıya / karanlığa gömüldü. Bana uygunsuz davranan talihten tüm varlığımla umudumu kestim. Tüm samimiyetimle öyle bir "Ah!" edeyim ki talih tersine dönsün / gökyüzü alt üst olsun, parlayan güneş bile batsın / sönsün. (Bu kıtada iki şâirin söylediklerinde öyle bir bütünlük var ki şöyle bir anlam çıkıyor: Sen gittikten sonra dünya zaten karanlığa gömüldü ama felek buna uygun davranmıyor, çünkü gökyüzü görünürde aydınlık, benim lanetimle bu uygunsuzluk ortadan kalksın, gökyüzü, manevi karanlığa uygun bir biçimde maddi anlamda da kapkara olsun, güneş sönsün)  

"En uzun gecede vücudun bana hayalet olarak görünse olmaz mı? Kış geçse bahar gelse yaz olsa da, güle bakmak için, şarap içmek için keyfim kalmadı. Maalesef  zavallı Neşâtî'nin ayrılık dikeniyle vuslat eteği, hatta elbise yakası yırtıldı."

Kelimeler ve tamlamalar ile şiirdeki anlamları:

ye's "ümitsizlik"


felek "gök" (Eskilere göre gök tabakası felekler dokuzdur. Her semâda bir yıldız tasavvur edilmiştir. Bu yedi seyyar yıldızdan her birinin dünyaya ve dünya üzerindeki canlı cansız her şeye hâkim ve her şey üzerinde etkili olduğu farzolunmuş, her yıldız az çok uğurlu uğursuz sayılmış, işte bu sebeple dünyada olup biten her şey feleğe isnâd olunmuştur. Kaza ve kadere itiraz edemeyen şairler felekten şikayet ederler.)


külbe-i ahzân "hüzünler kulübesi" (Hz. Yakub'un, oğlu Yusuf'tan ayrılması onu perişan etmiştir ve Hz. Yakub gece gündüz ağlamaktadır. Halkın bu duırumdan rahatsız olması ile Hz. Yakub kendisine şehir dışında ufak bir odacık inşa eder ve burada yüzünü duvara dönerek ağlar. Bu odaya Külbe-i Ahzân denir. Hz. Yakub gözlerini bu odacıkta kaybetmiştir.)


nîran "ateşler"


cuş "coşmak, kaynamak, taşmak"


sohbet-i yârân "dostlar sohbeti"


endâm "vücut"


pirâhen "gömlek"


nûr "aydınlık, parlaklık, parıltı, ışık"


rûh-ı musaffâ "temizlenmiş ruh / süslenmiş ruh"


iklîm-i çemen "çimenlik, çayır"


gülşen "gül bahçesi, güllük"


devr-i meclis  "kadeh döndürülen içki meclisi" (Eskiden içki içmek için toplanılan yerlerde kadeh elden ele dolaştırılırdı, içme eylemi bu şekilde kadehi döndürerek sürdürülürdü.)


girdâb-ı belâ "sıkıntı girdabı"


mey "şarap" 


zehr-âb-ı sitem "zulümün acılığı / cefanın, eziyetin acı suyu"


sâgar-ı gerdân "dönen kadeh"


çarh "felek"


atlas "ipekten yapılmış kumaş"


bâd-ı seher "seher yeli"


mükedder "kederli"


mahzun "tasalı, hüzünlü, gamlı"


bâğ "büyük bahçe, bostan"


gül-i handân "gülen gül"


serv-i hırâmân "salınan selvi"


mihr "güneş"


mâh "ay"


cihan "dünya. kâinat"


zulmet "karanlık. sıkıntı"


gark ol- "bat-, boğul-"


tâli‛-i nâsâz "münasebetsiz baht / uygunsuz talih"


sine "kalp"


kim "ki"


çerh-i felek "feleğin çarkı"


mihr-i dırahşân "parlak güneş"


şeb-i yeldâ "en uzun gece"


tayf "hayal"


eyyâm- şitâ "kış günleri"


sayf "yaz mevsimi"


câm "bardak"


hâr-ı firkat "ayrılık dikeni"


Neşâtî-i hazîn "hüzün dolu Neşâtî / acı uyandıran Neşâtî"


vâhayf "eyvah! yazık!"


dâmen-i ülfet "alışkanlık eteği / görüşme eteği"


çâk olmak "yırtılmak"


girîbân "elbise yakası"




Tahmîs nedir?

Asıl anlamı beşleme, baş köşeli kılma demektir. Bir gazel ya da kasidenin önüne, aynı vezinde ve ilk mısra ile kafiyeli, üçer mısra ilave edilmesi ile oluşan nazım biçiminin adıdır. Kafiye düzeni şöyledir: aaa(aa), bbb(ba), ccc(ca)...

Yukarıdaki tahmîs örneğinde kalın yazılmış mısralar Neşâtî'ye aittir. Yahyâ Kemâl, Neşâtî'nin gazeline diğer mısraları eklemiştir. 




Bu yazımı yazarken Fuat Köprülü'nün, Yahyâ Kemâl'in, Ahmet Talât Onay'ın, Nihad Sami Banarlı'nın, Ahmet Atillâ Şentürk'ün, İskender Pala'nın ve M. A. Yekta Saraç'ın eserlerinden yararlandım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fuzûlî'den Leylâ ve Mecnûn Hikâyesi

BÂKÎ