Fuzûlî'den Leylâ ve Mecnûn Hikâyesi

Fuzulî hikâyeye Mecnun'un babasını anlatarak başlıyor. Arap kavmine mensup bu itibarlı kişinin varisi yoktur. Bu durum için Fuzulî'nin yorumu şudur:

"Fertzendsüz âdemî telefdür
 Bâkî iden âdemi halefdür"

(Oğulsuz insan telef olmuş sayılır. İnsanı ölümsüz kılan halefidir.)

Fuzûlî ancak kabiliyetli bir oğlun mutluluk getireceğini de belirtir. Akılsız, çirkin davranışlı ve ahlâksız bir oğla sahip olanlara "ah" eder. Çünkü böyle bir velet sahip olan ana baba ayıplanacaktır, utanacaktır.

Oğlu olsun diye çok çabalar harcayan bu kişinin sonunda dileği kabûl olur ve bir erkek dünyaya gelir. Bebek olmasına rağmen kişiliği hayli olgundur. Doğar doğmaz ağlayıp inleyerek sanki şöyle der:

"Ya'nî ki vücûd dâm-ı gemdür
 Âzâdelerün yiri 'ademdür"

(Varlık gam tuzağıdır; hürlerin yeri ise yokluktur.)

Bebeğin cefası bol dünyadan dileği, gamını sürekli arttırmasıdır.

"Zevk ile geçirme rûzgârum
 Fânî olana yoh i'tibârum"

(Günlerimi zevk ile geçirme çünkü fani olana itibar etmem.)

Aşka yönelir; şarabı kan, şarap sunucusu cellat olan bu dünyayı aşk ile unutmak istediğini söyler.

Çocuk büyür, dadısı ona terbiye verir. On bir yaşında sünnet olur, mektebe başlar. Endamı çok ama çok hoştur; aksini (yansımasını) görse bakmaktan kendini alamayacak denli yakışıklıdır.

Kays'ın mektepte birçok arkadaşı olur. Peri gibi güzel ve herkesin sevgisini kazanmış Leylâ ile aralarında muhabbet filizlenir. İkisi de birbirlerinde eşsiz bir güzellik bulurlar. Yazı üzerine tartışıp iddialaştıklarında bile tutkunun sınırlarında gezmektedirler.

"'Işk âteşine budur 'alâmet
 Kim baş çeke şu'le-i melâmet"

(Aşk ateşini kınanma belli eder.)

Söz söylemeye takâtleri kalmaz ki, birbirlerine sevgilerini açıklasınlar... Kaş göz ile anlaşmaya başlarlar. Ancak çevrelerindekiler durumu anlamıştır, aşkları gizli kalmaz. Hâl böyle olunca, Kays artık Leylâ'yla konuşmak için bahaneler üretmek zorunda kalır.

"Tedbîr ile 'ışk zevk virmez
 Tedbîr diyâr-ı 'ışka girmez"

(Aşk tedbirli olunarak zevk vermez, aşk diyarına tedbir girmez.)

Dedikodular gitgide artıp aşkları dilden dile yayılınca Leylâ'nın annesi durumdan haberdar olur ve Leylâ'yı azarlar.

"Temkîni cünûna kılma tebdîl
 Kızsen ucuz olma kadrüni bil"

"Oglan 'aceb olmaz olsa 'âşık
 'Âşıklıg işi kıza ne lâyık"

(Temkinli olmayı deliliğe değişme, sen kızsın ucuz olma değerini bil. Oğlan âşık olsa şaşılmaz ama âşıklık işi kızlara lâyık değildir.)

Leylâ'dan mektebi bırakmasını, kalem yerine iğne tutup nakşa başlamasını ister. Anka kuşu gibi yalnızlığı âdet edinmesini öğüt verir. "Adın hep dillerde olsun ama seni görmek mümkün olmasın", der. Kızların gizli olması gerektiğini söyler.

Leylâ ise çaresizce ve de bilgisizce dedikoduları inkâr eder, durumdan habersizmiş gibi cevap verir. Zaten hocaların eziyetlerine katlanmaktansa evde kalmayı yeğlediğini söyler. Ümitsizliğe düşer. Derdini saklasa huzuru kaçmaktadır, kederini paylaşacak olsa dert ortağı bulamamaktadır. Hayâllere sığınıp sabretmekten başka yapabileceği bir şey yoktur.

Bu Gazel Leylî Dilindendür

Felek ayırdı meni cevr ile cânânumdan
Hazer itmez mi 'aceb nâle vü efgânumdan

Oda yandurmasa bir şu'le ile nüh feleği
Ne biter âteş-i âh-ı dil-i sûzânumdan

Gem-i pinhân meni öldürdi bu hem bir gem kim
Gül-ruhum olmadı âgeh gem-i pinhânumdan

Âh idi hem-nefesüm âh ki ol hem âhir
Çıhdı ikrâh kılup külbe-i ahzânumdan

Men ne hâcet ki kılam dâg-ı nihânum şerhin
'Âkıbet zâhir olur çâk-i girîbanumdan

Hal bilür yâr degül cân ü dilümden gâib
N'ola ger gâib ise dîde-i giryânumdan

Cân eger çıhsa tenümden eser-i mihri ile
Eser-i mihri sagınman ki çıhar cânumdan

Lutf idüpsen meger ey bâd bu günden beyle
Viresen bir haber ol serv-i hırâmânumdan

Ey Fuzûlî gem-i hecr ile perîşândur hâl
Kimse âgâh degül hâl-i perîşânumdan


Leylâ dilinden gazelin yorumu:

Felek zûlmederek beni sevdiğimden ayırdı. Acaba sızlanmalarımdan ve yaygaralarımdan çekinmez mi?

Dokuz kat göğü de bir alev(i) ile yakıvermezse yakıcı gönlümün ahının ateşi neye yarar?

Bu öyle bir gam ki gizliliği beni öldürdü (de) gül yanaklımın haberi olmadı.

Yoldaşım "ah" idi ve o (ah) en sonunda istemeye istemeye külbe-i ahzanımdan çıktı. (Ta gönülden "Ah!" ettim.) ( Külbe-i ahzan, hüzünler kulübesi demektir. Hz. Yakub'un Hz. Yusuf'un arkasından ağlaya ağlaya gözlerini kaybettiği kulübenin adıdır.)

Saklı tuttuğum yanığı gözler önüne sermeme gerek yok. (Zaten) sonunda yakamın yırtığından belli olacak. (Üstümü başımı parçalayacağım.)

Allah biliyor ya, sevgili(m) canımdan da gönlümden de ayrı düşmüş değil. Ağlayan gözlerime görünmese ne olur?

Can, tenimden (onun) sevgisinin iziyle (tesiriyle) çıkacak olsa (bile) sanmayın ki sevgisinin izi canımdan çıkar.

Ey yel! Bundan böyle lûtfedersin de o salınan selvimden bana haber getirirsin.

Ey Fuzûlî! Hâl(im) ayrılık gamıyla perişandır. Perişan hâlimden kimsenin haberi yok(tur).


"Bi'llâh ne yamandur âşinâlıg
 Çün vâki' olur yine cüdâlıg"

(Billahî tanışıklık pek yamandır çünkü sonu ayrılığa çıkar.)

Mecnun derdini unuttuğu tek yer olan mektebe gidip de Leylâ'yı göremeyince yabancıların dilinden başlarına böyle bir iş geldiğini anlar. Feleğe yakınır. Leylâ'nın kaşına gözüne benzeterek Leylâ'ya ait güzellik unsurlarıyla münasebet kurduğu harflere, hokkaya, kaleme, kâğıda çıkışır. Günlerce mektepte bir o yana bir bu yana gidip gelerek feryat eder. Geceleri de zihninde Leylâ'ya önce ahbaplık edip de ardından kendisini bırakıp gitmesinin hesabını sorar. Arzuyla sarhoş ve bu sarhoşlukla kendini bilmez bir hâlde olduğunu söyler. "Gamını bana yoldaş yapma. Sarhoşluğumdan bu sırrı açık ediveririm; sarhoşa güven olmaz", der. Bununla beraber aşk belâsını terk etmeyeceğini de söyler.

"Gün şartı diyerler âfitâbı
 Bi'llâh ki bu nüktedür hisâbî

 Her gün ki görinmez âfitâbum
 Men gün dimezem budur hisâbum"

(Güneşin görünmesini güne şart koşarlar, billahi bu bilinen bir hesaptır. Ne gün ki güneşim (Leylâ) bana görünmez, benim hesabıma göre ona gün denmez.) 

Derdinin dile geldikçe arttığını belirtir.


Bu Gazel Mecnûn Dilindendür

Ey hôş ol günler ki men hem-râz idüm cânân ile
Ni'met-i vaslın görüp nâzın çekerdüm cân ile

Görmemişdi gülşen-i 'ıyşum hezân-ı tefrika
Olmamışdı tîre eyyâmum şeb-i hicrân ile

Meh-veşümden dûstlar devrân cüdâ ister meni
Düşmenümdür hîç bilmen n'itmişem devrân ile

Yitse ger 'âşıklarun eflâke efgânı ne sûd
Yitmek olmaz mâh-veşler vaslına efgân ile

Yaşurup sahlardum ilden dâg-ı hicrânın eger
İtmek olsaydı müdârâ dîde-i giryân ile

Zevkden dîbâce baglandı kitâb-ı 'ömrüme
Koymadı devrân geçe evkâtum ol 'unvân ile

Ey Fuzûlî ahter-i bahtum müsâ'id olmadı
Kim olam bir dem mukârin ol meh-i tâbân ile


Mecnun dilinden gazelin yorumu:

Ey onlar ne hoş günler(di) ki ben sevgili ile sırdaştım. Canla başla nazını çeker, buluşma nimetini görürdüm.

Ömrümün gül bahçesi ayrılık güzünü (henüz) görmemişti. Günlerim ayrılık gecesiyle kararmamıştı.

Dostlar! Felek beni güzelimden ayırmak istiyor. Hiç bilmiyorum; feleğe ne yapmışım (da) bana düşman oldu?

Âşıkların figânları göğe çıksa ne fayda? Ay gibi güzellere feryat figân ile kavuşulmaz (ki).

Ayrılığın yanık yarasını yabancılardan gizlerdim, eğer ağlayan gözler(im) yüzüme gülseydi (onlarla anlaşabilseydim).

Ömür kitabıma zevkten önsöz yazıldı; (ancak) hayatımın o önsözle geçmesine felek izin vermedi.

Ey Fuzûlî! Bahtımın yıldızı yardım etmedi ki, bir an o parlayan aya (ay gibi güzel yüzlü sevgiliye) ulaşayım.


"Söz muhtasar ol esîr-i sevdâ
 Bir nev' ile oldı halka rüsvâ

 Kim Kays iken adı oldı Mecnûn
 Ehvâlini itdi gem dîger-gûn"

(Sözün kısası o sevda esiri halka maskara oldu. Ki adı Kays iken Mecnun oldu; gam onun hâlini değiştirdi.) 

Bahar gelir. Arkadaşları Mecnun'a baharın gam çekme değil, kırlarda yayılma ve gezip dolaşma mevsimi olduğunu hatırlatırlar. Belki sevgilisine kavuşma imkânı bulabileceğini söylerler. Mecnun kırlara çıkar. Leylâ'yla rastlaşırlar. Birbirlerini görürler. Mecnun hayranlıktan yüz üstü yere düşer. Leylâ da bayılır. Arkadaşları Leylâ'yı ayıltırlar. Ona bu hareketin yakışık almadığını, ana babası duyarsa zarar göreceklerini söylerler. Toplanıp zar zor Leylâ'yı eve bırakmaya giderler.

Mecnun da kanlı gözyaşlarının tesiriyle uyanır. Leylâ'yı göremeyince üstünü başını yırtar. Arkadaşlarına aşka düştüğünü, melamet rengine boyandığını söyleyip özür diler. "Size bir faydam dokunmadı bari zararım da dokunmasın", diyerek eve dönmeyeceğini bildirir. Babasına: "Beni mazur gör, benden ümidini kes", diye haber gönderir; durumunu izah eden ve gönlünü almaya yönelik bir mektup ile bir de şiir yazar.


Bu Gazel Mecnûn Dilindendür

Fesâd-ı 'ışkı tâ gördüm salâh-ı 'akldan dûrem
Meni rüsvâ görüp 'ayb itme ey nâsih ki ma'zûrem

Eger çâk-i girîbân eylesem men' eylemen çün men
Metâ'-ı nengden 'ârî libâs-ı 'ârdan 'ûrem

Men ü sahrâ-yı vahşet menzil itmen 'âfiyet küncin
Esîr-i dâm-ı zulmet olmazem çün tâlib-i nûrem

Temerrüd 'akl fermânından itsem dûstlar bi'llâh
Meni re'yümle sanman 'ışk sultânına me'mûrem

Mene kim ta'ne eyler kim nasîhat ehl-i âlemden
Hôşem kim i'tibâr-ı 'ışk ile her dilde mezkûrem

Belâ-yı 'ışk u derd-i dûst terkin kılmazem zâhid
Ne müştâk-ı behiştem sen kimi ne tâlib-i hûrem

Heyâl-i çîn-i zülf ü tâk-ı ebrûsiyle zevküm gör
Sanasen haşmet ile Kisrîyem kadr ile Fagfûrem

Gerez bir ad imiş 'âlemde men hem eyledüm bir ad
Bi-hamdi'llâh Fuzûlî rind ü rüsvâlıkda meşhûrem


Mecnun dilinden gazelin yorumu:

Aşkın karmaşasını gördüğümden beri aklın verdiği huzurdan uzaktayım. Ey öğüt veren! Beni rezil görüp ayıplama çünkü mazurum.

Yakamı yırtmaya kalkarsam engellemeyin çünkü ben utançtan arınmış, haya elbisesinden soyunmuşum.

Âfiyet köşesinde konaklamam, açlık çölünü seçtim. Karanlık/sıkıntı tuzağının tutsağı olmam çünkü aydınlığı/esenliği istiyorum.

Dostlar! Billahi, aklın emrine inat ediyorsam (da) kendi kararımla aşk sultanına memur olduğumu sanmayın.

Kimileri beni ayıplar, kimi güngörmüşler öğüt verir. Bense aşkın hürmetiyle herkesin dilinde olmaktan, böyle bir şerefle anılmaktan memnunum.

Ey sofu! Dost derdini ve aşk belasını terketmem. Senin gibi ne cennet meraklısıyım, ne de hurileri arzuluyorum.

(Sevgilinin) saçının büklümünün ve kaşının kıvrımının hayâli ile (nasıl) zevk (içinde olduğumu) gör! Haşmetli bir İran hükümdarı (veya) değerli bir Çin imparatoru (olduğumu) sanırsın.

Mesele âlemde bir ad sahibi olmaksa ben de adımı duyurdum. Ey Fuzûlî! Hamd olsun ki rintliğimle ve ayıbı ortadalığımla tanınıyorum.


Mecnun çöllere düşer. Babası durumdan haberdar olunca oğlunu aramaya çıkar. Bir süre bulamaz. Bulduğunda oğlunun perişan hâlde olduğunu görür. Mecnun'un bedeni kan revan içindedir. İhtiyar şaşkına döner. Oğluna derdini sorar, açıklama ister. Mutluluğu için ne gerekiyorsa yapacağını söyler. Mecnûn babasını tanımamıştır: "Ya Leylâ'dan bahset ya da sus", der. Babası hile ile (Leylâ'nın evlerine misafir geldiğini, Mecnûn'u görmek istediğini söyleyerek) oğlunu eve götürür. Annesi Mecnûn'a, onun şanına Arapların reisi olmanın yakıştığını anlatır. Kahramanlık yolunu tutmasını, tahsiline devam etmesini öğütler. Kabilelerinden dilediği güzeli seçebileceğini söyler.


Gazel-i Üstâd

Cân virme gem-i 'ışka ki 'ışk âfet-i cândur
'Işk âfet-i cân oldugı meşhûr-ı cihândur

Sûd isteme sevdâ-yı gem-i 'ışkda hergiz
Kim hâsıl-ı sevdâ-yı gem-i 'ışk ziyândur

Her ebrû-yı ham katlüne bir hançer-i hûn-rîz
Her zülf-i siyeh kasduna bir ef-î yılandur

Yahşi görinür sûreti meh-veşlerün ammâ
Yahşi nezer itdükde ser-encâmı yamandur

'Işk içre 'azâb oldıgun andan bilürem kim
Her kimse ki 'âşıkdur işi âh u figândur

Yâd itme kara gözlülerün merdüm-i çeşmin
Merdüm diyüp aldanma ki içdükleri kandur

Ger dirse Fuzûlî ki gözellerde vefâ var
Aldanma ki şâ'ir sözi elbetde yalandur


Üstadın gazelinin yorumu:

Aşk derdine can verme çünkü aşk can için büyük bir felâkettir. Aşkın can afeti olduğu herkesin bildiği bir şeydir.

Aşk sevdasının derdinden asla kazanç umma. Aşk sevdasının derdinden çıkacak olan zarardır.

Her eğri kaş katlin için kan akıtmaya bir hançer, her siyah saç lülesi (bu) kasıtla bir engerek yılanıdır.

Ay yüzlülerin görünüşleri güzeldir ama güzel düşünülürse başa gelen dehşet vericidir.

Aşkın azap getirdiğini şundan bilirim ki, her kim ki âşıktır "ah!" eder, ağlayıp sızlanır, bağırıp çağırır.

Kara gözlülerin göz bebeğini akla getirme. Göz bebeği olduklarına aldanma çünkü kan içerler.

Fuzûlî güzellerde vefa olduğunu söylerse aldanma çünkü şair sözü elbette yalandır. (Bu beyitteki paradoks dikkâtlerden kaçmasın: Bu beyit de Fuzûlî'nin sözü olduğuna göre, beyitte dile getirilen düşünce de yalandır. Güzellerde vefa olduğu da yalandır, olmadığı da yalandır.)


Mecnun ana babasına hak verir; bununla birlikte iradesi onun elinde değildir ki...

"Derd-i ezelî devâ bulır mı
 Mihr-i ebedî fenâ bulır mı"

(Başlangıcı belirsiz dert deva bulur mu? Sonsuzluğa uzanan aşkın sonu gelir mi?)


Leylâ'dan başka güzeli istemez.

"Men yek-cihetem tarîkatümde
 Tagyîr işi yoh cibilletümde"

(Ben tek tarafa yönelirim yolumda, sapkınlık [sapma] yoktur yaradılışımda.)


Bu Gazel Mecnûn Dilindendür

'Işk derdi ey mu'âlic kâbil-i dermân degül
Cevherinden eylemek cismi cüdâ âsân degül

Devr cevrinden şikâyet idene 'âşık dimen
'Işk mesti vâkıf-ı keyfiyyet-i devrân degül

Şehrden sahrâya bir fark oldugın her kim bilür
Bilmiş ol kim 'ışk sahrâsında ser-gerdân degül

Her kim idrâk eyler öz keyfiyyet-i hâlin henüz
Dûst ruhsârına 'ayn-ı şevk ile hayrân degül

Cânı cânân ittihâdı fârig eyler cismden
Cismden âgâh olan cân vâsıl-ı cânân degül

Dir imiş düşmen ki hem-demdür Fuzûlî yâr ile
Her sözi bühtân ise hakkâ bu söz bühtân degül


Mecnun dilinden gazelin yorumu:

Ey doktor! Aşk derdi derman kabûl eder (gibi) değil. Varlığı özünden ayırmak kolay değil.

Zamanın eziyetinden şikâyet edene âşık demeyin! Aşk sarhoşu zamanın hâlinden haberdar değil(dir).

Her kim şehir ile çöl arasında bir fark gözetirse bilelim ki o aşk çölünde sarhoş (bir hâlde) değil.

Her kim kendi hâline hâlâ akıl erdirebiliyorsa yârin yanağına arzu gözüyle (bakıp da) hayran (olmuş) değil.

Cananla birleşmek (isteği) canı bedenden koparır. Cisimden haberi olan can, canana kavuşmuş değil.

Düşman diyormuş ki: "Fuzûlî sevgili(si) ile can ciğerdir." Her sözü iftira olsa da, doğrusu bu söz iftira değil.


Mecnun'un babası kabilelerinin büyükleri ile Leylâ'yı istemeye gider. Leylâ'nın babası durumu haber alınca kabilesinin ileri gelenleriyle onları karşılar. Eve giderler, sofralar kurulur. Leylâ usûlünce istenir. Fakat Leylâ'nın babası kızının bir deliye lâyık olmadığını söyleyerek bu isteği reddeder. Bununla beraber açık bir kapı bırakır: Mecnun sevda hastalığından kurtulursa Leylâ ile evlebileceği sözünü verir.

Mecnun'un soylu babası aşağılanmış ve ümitsiz bir hâlde evine döner. Mecnun'a çözümün akıllı olmaktan geçtiğini söyler. Mecnun ise: "Aşk delisi akıllanır mı?", diyerek, elinde olsa zaten öncesinde akıllı uslu durmuş olacağını belirtir. "Ey edebi ve terbiyesi tam insan! Sen tedbir al, belki tesir eder. Ben Leylâ'nın adını anmam; sen de kurtulursun", der.

Babası doktorlara, şeyhlere, pirlere çareler sorar. İlaçlar, adaklar, muskalar, dualar, bağışlar, büyüler çare olmaz. Sonunda ihtiyara Mecnun'u Kâbe'ye götürmesini söylerler.

Kâbe'de Mecnun, Kâbe'yi insanlığın kıblesi yapanın aşk feyzi olduğunu anlar. Rabbinden aşkı kendisinde tıpkı Kâbe'nin temelleri gibi devamlı kılmasını ister.

"Sal gönlüme derd-i 'ışkdan gem
 Her lahza vü her zemân ü her dem

 'Işk içre müdâm şevküm artur
 Şevk ile hemîşe zevküm artur"

(Her bir an, her zaman ve daima gönlüme aşk derdinden gam sal. Daima aşka şevkimi arttır; şevk ile her daim zevkimi arttır.)

Akıl endişesinden uzaklaştırmasını ve Leylâ'ya karşı hissettiği zevk ile şevki arttırmasını diler. İnsanlar arasında zulüm bol olduğu için yalnızlığa alışmayı seçer.


Bu Gazel Mecnûn Dilindendür

Yâ Rab belâ-yı 'ışk ile kıl âşinâ meni
Bir dem belâ-yı 'ışkdan itme cüdâ meni

Az eyleme 'inâyetüni ehl-i derdden
Ya'nî ki çoh belâlara kıl mübtelâ meni

Oldukça men götürme belâdan irâdetüm
Men isterem belânı çün ister belâ meni

Temkînümi belâ-yı mahabbetde kılma süst
Tâ dûst ta'n idüp dimeye bî-vefâ meni

Gitdükçe hüsnin eyle ziyâde nigârumun
Geldükçe derdine beter it mübtelâ meni

Men handan ü mülâzemet-i i'tibâr ü câh
Kıl kâbil-i se'âdet-i fakr ü fenâ meni

Eyle za'îf eyle tenüm fürkatinde kim
Vaslına mümkin ola yitürmek sabâ meni

Nahvet kılup nasîb Fuzûlî kimi mene
Yâ Rab mukayyed eyleme mutlak mene meni


Mecnun dilinden gazelin yorumu:

Ya Rab! Aşk belâsıyla beni aşina kıl. Aşk belâsından beni bir an bile ayırma.

Yardımlarını dert sahiplerinden esirgeme. Yani beni fazlasıyla belâlara tutkun kıl.

Var olduğum sürece belâ isteğimi yok etme. Çünkü ben belânı istiyorum, belâ da beni istiyor.

Muhabbet belâsında gücümü sağlamlaştır ki sevgili beni ayıplayıp vefasız olduğumu düşünmesin.

Güzel yüzlü sevgilimin güzelliğini git gide arttır. Geldikçe, beni derdine daha beter bağla.

Ben nerede... Makam ve şöhret elde etmek için çabalamak nerede! Beni fakirlik ve yokluk mutluluğuna lâyık kıl!

Dostlardan ve sevilen şeylerden ayırarak bedenimi öylesine cılız kıl ki hafifçe esen yel beni (sevgilime) ulaştırsın.

Ya Rab! Bana kibir nasip edip de, Fuzûlî gibi, beni kendi kendime bağlama!


Babası Mecnun'un duasını duyunca oldukça üzülür. Çaresiz, oğlundan ümidini keser. Şaşkın bir hâlde kalakalır. Mecnun da sevgilisinin oturduğu yere yönelir, gece gündüz yol alır. Derdini dağa taşa anlatır. Bir avcının elinden ceylan yavrusu kurtarır, hayvanla dostluk kurar. Zamanla insan olduğunu unutur, başka ceylanlar da dostu olur. Başka bir gün bir güvercin kurtarır, onun da dostluğunu kazanır. Yavaş yavaş yırtıcı hayvanlar bile onun buyruğuna girmeye başlar...

Fuzûlî, Leylâ'yı unutmamak gerektiğini söyleyerek onun durumunu anlatmaya başlıyor. Leylâ da esenlikten, sevinçten oldukça uzak bir hâldedir. Herkesten usanmıştır. Ağlamaya bahane yaratmak için her fırsatta kendini yaralamaktadır. Yanı başında toplanan tatlı sözlü arkadaşları gönlünü arada sırada yapabilmektedirler. Mecnun'dan daha delidir; Leylâ, diye çağırsalar, "mecnun" olduğunu iddia eder durumdadır.

Gece yalnız kalınca muma sırrını herkese söyleyemediğinden yakınır. Derdini sadece bir dostuna açtığından, o dostun da derde sabredemeyip, katlanamayıp kendini dağa taşa vurduğundan bahseder. Pervane böceğine söylenir: "Işığın aşkıyla aleve canını kurban ediyorsun, gamından kurtuluyorsun. Oysa ben gam çekmek arzusuyla yaşıyorum. Bence senin gizli derdin yok, eziyetlere katlanamıyorsun." Göğe bakar, aydan sevgilisine hâlinden haber vermesini ister.

"Gündüz habsüm gice necâtum
 Gündüz mevtüm gice hayâtum"

(Gündüz hapisim kurtuluşum geceleridir; gündüz ölüyüm geceleri yaşıyorum.)

Günden güne sararıp solduğu için Mecnun'un kendisini artık beğenmediğini düşündüğü de olur. Yine de ümidini kesmez. Geceleri uyumaz ağlar, gündüzleri de yaşını içine akıtır.

Bahar gelir, annesi içi açılsın diye Leylâ'yı kızlarla kıra gönderir. Oysa Leylâ öyle bir hâldedir ki gördüğü gül (bile) ona Mecnun'un yanağını hatırlatmaktan başka etki etmez. Yalnız kalmak istemektedir. Fırsatını yaratır, yalnız kalınca buluttan söylediklerini Mecnun'a iletmesini ister.

"Olma mey-i gaflet ile medhûş
 Hem-sohbetün eyleme ferâmûş"

"Dirler seni 'âşık ey nîkû-rûy
 'Âşıklara beyle mi olur hûy"

"'Âşık gerek olmayup karârı
 Tavf ide mûdâm kûy-ı yârı"

(Gaflet şarabı ile dehşete uğrama; arkadaşını hatırından çıkarma.)
(Sana âşık derler ey iyi huylu, [ancak] âşıkların huyu böyle mi olur?)
(Âşık ne yaptığının bilincinde olmadan daima yârin sokağını turlamalıdır.)

Ayağı bağlı olmasa, dile düşmeyecek olsa, utançtan yüzünün kızarmayacağını bilse tek arzusunun yaşadığı müddetçe gölge gibi Mecnun'un yanı başında olmak olduğunu samimiyetle anlatır.


Bu Gazel Leylî Dilindendür

'Işk dâmına giriftâr olalı zâr olubem
Ne belâdur ki ana beyle giriftâr olubem

Kudretüm yoh ki kılam kimseye şerh-i gem-i dil
Eyle kim 'ârıza-i hecr ile bîmâr olubem

Hazerüm ta'neden ol gâyete yitmişdür kim
Yâra agyâr olup agyârum ile yâr olubem

Dimezem dahi sene 'âşıkem ey gül zîrâ
Sene 'âşıklıgum izhâr ideli hâr olubem

'Akl ü sabr ü dil ü dîn gitdi bi-hamdi'llâh kim
Sefer-i sâhil-i sevdâya sebük-bâr olubem

Yoh Fuzûlî haberüm mutlak özümden bes kim
Vâlih-i nakş-ı heyâl-i ruh-i dildâr olubem


Leylâ dilinden gazelin yorumu:

Aşk ağına yakalanalı beri inler olmuşum. Nasıl belâdır ki ona böyle tutkun olmuşum?

Yazık ki dil söylemekten, vücut hareketten kesildi. (Sanki) gam evinin bir kenarındaki duvar resmi olmuşum.

Kimseye gönül derdimi anlatmaya gücüm yok, ayrılıktan öylesi hasta olmuşum.

Kınanmaktan çekincem çoktur, bu yüzden sevgiliye yabancı olup yabancılarla ahbap olmuşum.

Ey gül! Artık sana: "Ben âşığım", demem. Zira sana âşıklığımı açıklayalı diken gibi kıymetsiz olmuşum.

Akıl, sabır, gönül ve din (elden) gitti. Hamd olsun ki, sevda sahiline seferde yüküm hafiflemiştir.

Ey Fuzûlî! Kendimi bilmiyorum. Sevgilinin yanağının nakış (gibi) hayâlinden kedere düşmüş, şaşkına dönmüşüm.



O sırada bir ses duyar. Mecnun'un bir şiiri okunmaktadır. Leylâ'nın eli iğneden yaralıyken Mecnun'a kılıçların kâr etmediği anlatılmaktadır. Sevgilisinin belâ ve derdinin kendininkini aştığını düşünür.

Bir gün Araplar arasında itibarlı İbni Selâm isimli bir kişi Leylâ'yı görüp beğenir. İstemeye elçi gönderir. Leylâ'nın ana babası rıza gösterir, nişanlanırlar.

"Cehd eyle vü kılma bir işe 'ahd
 V'er 'ahd itsen vefâya kıl cehd"

O dönemde yiğitler yiğidi ve aşk yolunda çok koşturmuş Nevfel adında biri, bulunduğu bir eğlence meclisinde Mecnun'un bir şiirini işitir. Şiirin sahibini merak eder ve Mecnun'u görmeye gider. Tanıştıktan sonra Mecnun'a vaatte bulunur. Leylâ'yla kavuşmasına altınla, olmadı kan dökerek yardım etmek istediğini söyler. Mecnun ise, bu iş Nevfel'in isteğine uygun sonuçlanmazsa hem Leylâ kendisine yâr olmaz hem de dostları kendine düşman olur diye çekincelidir.


Bu Gazel Mecnûn Dilindendür

Vefâ her kimseden kim istedüm andan cefâ gördüm
Kimi kim bî-vefâ dünyâda gördüm bî-vefâ gördüm

Kime kim derdümi izhâr kıldum isteyüp dermân
Özümden min beter derd ü belâya mübtelâ gördüm

Mükedder hâtırumdan kılmadı bir kimse def'-i gem
Safâdan dem uran hem-demleri ehl-i riyâ gördüm

Eger su dâmenin dutdum revân dönderdi yüz menden
Ve ger gözgüden umdum sıdk 'aks-i müdde'â gördüm

Ayak basdum reh-i ümmîde ser-gerdânlıg elvirdi
Emel ser-riştesin dutdum elümde ejdehâ gördüm

Mene gösterdi gerdûn tîre bahtum gözgüsin yüz kez
Men-i bed-baht ana her gâh kim bahdum kara gördüm

Fuzûlî 'ayb kılma yüz çevürsem ehl-i 'âlemden
Neden kim her kime yüz dutdum andan yüz belâ gördüm


Mecnun dilinden gazelin yorumu:

Kimden vefa istedimse ondan cefa gördüm. Bu vefasız dünyada kimi gördümse yarı yolda bırakır gördüm.

Derman istemek için derdimi kime açtıysam kendimden bin beter derde ve belaya tutulmuş gördüm.

Kimse kederli gönlümden gamı uzaklaştırmadı. Gönül şenliğinden bahseden ahbapları tam anlamıyla ikiyüzlü gördüm.

Suyun eteğini tuttum da akıp benden yüz çevirdi. Aynadan sadakât umdum da iddia ettiğinin aksini gördüm.

Ümit yoluna ayak bastım başım döndü. Rica ipini tuttum, elimde bir büyük yılan gördüm.

Felek bana bulanık bahtımın aynasını yüzlerce kez gösterdi. Ben talihsiz, ona her bakışımda (da) bahtımı kara gördüm.

Ey Fuzûlî! İnsanlardan yüz çevirirsem ayıplama (beni) çünkü (her) kime sokulduysam ondan yüz belâ gördüm.


Nevfel yine de Mecnun'u ikna eder. Mecnun kendine çeki düzen verir, neşeli bir mizaca bürünür... Nevfel de Leylâ'nın ailesine mektup yazar. Aile olumsuz cevap yollar.

Nevfel savaş açar. Savaş sürerken Mecnun'un tutumu ise şöyledir: Savaşta galip gelmeye yenilmeyi, bu vesileyle de Leylâ'ya canını ve kaderini teslim etmeyi yeğlemektedir. Gün sonunda iki taraf da savaşı kazanmamıştır. Gece Nevfel'e Mecnun'un tutumundan haber verirler. Nevfel Mecnun'un duası makbûl kullardan olduğunu anlar. Yaptığı işi uygun bulmamaya başlar ve savaşı kazanırsa bu işten vazgeçmeye kendi kendine söz verir.

Ertesi gün Nevfel'in ordusu savaşı kazanır. Leylâ'nın babası güçsüzlük içinde, Nevfel ile konuşur. Bir kadına iki erkeğin ayıp olduğunu söyler; "Leylâ'nın nişanlısı var. Hiç değilse onu sen al, namusumuzu yok sayma", der. Nevfel de: "Ben âdil bir insanım. Bu işe kendi çıkarım için değil yardım etme amacıyla giriştim", diyerek hasta ilaç kabûl etmediği için deva olamayacağını anladığından bahseder. Allah'ın affına sığınır, pişmanlığını dile getirir. Memleketine döner.

Mecnun böylesi bir duruma itiraz eder. Nevfel'i sözünde durmadığı için ayıplar, isyan içinde çöllere gider.

Bir gün tutsak rolüne bürünüp bu bahaneyle Leylâ'nın evi tarafına gider.

"Zencîre girüp remîde Mecnûn
 Erbâb-ı cünûna düzdi kânûn"

Ancak Leylâ'nın çadırı önüne gelince kendinden geçerek yere yığılır. "Ah!", nidasını duyan Leylâ sesi tanır, dışarı fırlar. Mecnun'un gamdan zayıf düşmüş, bükülmüş bedenini görür. Dudaklarından bir şiir dökülüverir:


Bu Gazel Leylî Dilindendür

Yâr rahm itdi meger nâle vü efgânumuza
Ki kadem basdı bu gün külbe-i ahzânumuza

Eşk bârânı meger kıldı eser kim nâ-geh
Bitdi bu şâh-ı gül-i tâze gülistânumuza

Bize âh âteşinün yandugı andan bilinür
Ki çerâg eyledi rûşen şeb-i hicrânumuza

Bu visâle yuhu ehvâli dimek mümkin idi
Eger olsaydı yuhu dîde-i giryânumuza

Bir heyâl ola meger gördügümüz yohsa nigâr
Mutlakâ hâtıra gelmez ki gele yanumuza

Yâr mihmânumuz oldı gelün ey cân u gönül
Kılalum sarf nemüz var ise mihmânumuza

Dilberün câna imiş kasdı Fuzûlî gel kim
Cân virüp dilbere minnet koyalum cânumuza


Leylâ dilinden gazelin yorumu:

Sevgili inleyip sızlanmalarımıza şefkât gösteriyor olacak ki bugün külbe-i ahzanımıza ayak bastı.

Gözyaşı yağmuru ansızın etki gösterdi ki bu taze gül fidanı gül bahçemizde bitiverdi.

Ah ateşinin yandığını ondan biliriz ki ayrılık gecemiz aydınlandı.

Bu kavuşmaya rüya demek mümkündü eğer ağlayan gözlerimize uyku girebilseydi...

Belli ki bu gördüğümüz bir hayâl, yoksa hiç akıl alır mı ki sevgili yanımıza gelsin?

Ey can ve gönül gelin! Sevgili konuğumuz oldu. Misafirimize neyimiz var ise ikram edelim!

Ey Fuzûlî! Gönül alan güzelin kasdı cana imiş. Gel ki dilbere can verip canımıza şükredelim.


Mecnun feryatlarla Leylâ'ya şikâyet eder. Reddedilmesinin sebebini sorar. İlgisizliğinden sitem eder. Leylâ'nın kendisine kızgın olduğunu varsaymaktadır.

"Men beyle niçün zebûn ü hârem
 Ha geldüm eger günâhkârem

 Çökdüm yire gerdenümde zencîr
 Bismi'llâh eger olursa takdîr

 Fermân senden kabûl menden
 Olma güzelüm melûl menden

 Zülf ü müje hançer ü resen bes
 Hükmüni yürüt hem as hem kes

 Gel arada bir gubâr koyma
 Öldür meni şerm-sâr koyma

 Takdîrüme eylesen ta'allül
 Lâzım meni öldürür tegâfül"


Bu Gazel Mecnûn Dilindendür

Küfr-ü zülfün salalı rahneler îmânumuza
Kâfir aglar bizüm ehvâl-i perîşânumuza

Seni görmek müte'azzir görinür beyle ki eşk
Sene bahdukda tolar dîde-i giryânumuza

Cevri çoh eyleme kim olmaya nâ-geh tükene
Az idüp cevr ü cefâlar kılasen cânumuza

Eksük olmaz gemümüz munca ki bizden gem alup
Her gelen gemlü gider şâd gelüp yanumuza

Var her halka-i zencîrümüzün bir agzı
Muttasıl virmege ifşâ gem-i pinhânumuza

Gem-i eyyâm Fuzûlî bize bî-dâd itdi
Gelmişüz 'acz ile dâd itmege sultânumuza


Mecnun dilinden gazelin yorumu:

Siyah buklelerinin kâfirlikleri imanımızı zedeleyeli dinsizler bizim perişan hâllerimize ağlar oldu.

Bu hâlde seni görmek zor olacak çünkü sana bakınca ağlayan gözlerimiz yaşarıyor.

(Bize) çok eziyet etme. Olur da (eziyetlerin) tükeniverirse ilgin azalacağı için (daha çok) eziyet etmiş olursun canımıza.

Gamımız eksik olmaz. Öyle ki yanımıza sevinç içinde gelen herkes bizden gam alıp gamlı döner.

Bağlı olduğumuz zincirlerin her halkasında daima gizli sırrımızı duyurmaya bir ağız vardır.

Ey Fuzûlî! Zaman çilesi bize eziyet etti. Aciz bir hâlde şikâyette bulunmaya sultanımıza gelmişiz.


Zincirlerini parçalar ve uzaklaşır.

Başka bir gün kör taklidi yaparak dilene dilene Leylâ'nın evinin önüne gelir. "Ey dost!" diye seslenir. Leylâ sesi tanır. Evden çıkar; sadaka niyetine yüzünü gösterir. Mecnûn gizlice bakar.

"Dergâhuna geldügümde ey hûr
 Sermâyem idi gözümdeki nûr

 Ögretdi gemün mene ticâret
Yüz şükr ki kılmadum hasâret

 Göz nûrını hâk-i pâya virdüm
 Az cinsümi çoh behâya virdüm"

Şaşkın ve garip Mecnun Leylâ'dan gelip kendisini görmesini dileyerek çöle döner.

İbni Selâm nikâh için çokça mal gönderip, Leylâ'ya evlilik bedeli olarak canını sunar. Leylâ durumdan haberdar olunca harap olur.

"Gül ister iken sataşdı hâra
 Nûr ister iken dutışdı nâra"

Kavuşmayı umduğu sevgilinin başkası olduğunu, İbni Selâm'ın dünya zevklerinin mahvettiği biri olduğunu feleğe haykırır.

"Cânânesi içün ol diler cân
 Öz cânı içün diler bu cânân

 Men anunam ol menüm ezelden
 Sahla bu 'alâkânı halelden"

Ancak artık ana babasına rôl yapmaktan kurtulacaktır; iki belâyla uğraşmaktansa bir gam çekmenin yeğ olduğunu düşünür.


Bu Gazel Leylî Dilindendür

Hilâf-ı re'yüm ile ey felek medâr itdün
Meni gül ister iken mübtelâ-yı hâr itdün

Mürûr-ı 'ömrde bir dönmedün murâdım ile
Döne döne bana zulm itmegi şi'âr itdün

İhânetümde bilmezem murâdun kim
'Âzîz-i âlem iken hâr u hâk-sâr itdün

Ümîd-vâr idüm evvel bir neşât görem
Binâ-yı mihnetümi şimdi üstüvâr itdün

Cefâ eliyle kılup çâk perde-i sabrum
Nihân olan gemümi halka aşikâr itdün

Vefâda virmege cân virmedün mene mühlet
Meni bu 'ahd vefâsında şerm-sâr itdün

Bir özgeni mene yâr eylemekdesen güyâ
Menümle yâr olanı özge ile yâr itdün

Meger bilindi Fuzûlî sene felek hâli
Ki varını bu cihânın yok i'tibâr itdün


Leylâ dilinden gazelin yorumu:

Ey felek! İsteklerimin aksine dönüp durdun. Beni gül ister iken dikene tutkun ettin.

Sürüp giden ömrümde bir kere arzu ettiğim gibi dönmedin. Döne döne bana zulmetmeyi yol belledin.

Bana ihanet etmekle eline ne geçecek bilmem ki! Dünyanın azizesiydim; (beni) kudresiz bir perişan hâline soktun.

Önceden yüzüm bir gün gülecek diye ümidim vardı. Şimdi eziyetini iyice sağlamlaştırdın.

Sabrımın perdesini eziyetlerinle yırtarak, saklı olan gamımı milletin gözleri önüne serdin.

Bana zaman tanımadın ki vefamın kanıtı olarak can vereyim... Beni sözümde durma konusunda mahcup ettin.

Bir başkasını bana yar etmeye çalışıyorsun ama benimle yar olanı başkasıyla yar ettin.

Ey Fuzûlî! Sana feleğin nasıl olduğu açıkça göründü mü de bu dünyanın varını yok saydın?


Herkes Leylâ'nın ailesinden ayrıldığı için yanıp yakıldığını sanmaktadır. Ona teselli vermeye çalışırlar.

"Leylî bu söze kılurdu ikrâr
 Dimezdi bir özge mihnetüm var

 Görmezdi özine anı lâyık
 Kim ta'ne ide ana halâyık

 Kız her neçe olsa yâra tâlib
 Elbetde gerek hayâsı gâlib"

Gerdek gecesi İbni Selâm'a yalan söyler. Eğer beraber olurlarsa ta küçüklüğünde kendisine musallat olmuş ve Leylâ'nın adını deliye çıkarmış olan perinin ikisini de yok etmekle tehdit ettiğini uydurur.

İbni Selâm inanır. Leylâ'ya kavuşursa öleceğinden, mevkiinden olacağından çekinir. Sahip oldukları onun engeli olur.

"Bir resm-i kadîmdür cihânda
 Sûd isteyen istemek ziyân da

 Cânân dileyen cefâya dözmek
 Genc isteyen ejdehâya dözmek

 'Işk ehli mahabbet itse izhâr
 Evvel anı imtihân ider yâr

 Ger görse anun cefâya sabrın
 Kesrinün ider temâm cebrin

 V'er görmese cevre ihtimâlin
 Salmaz ana sâye-i visâlin"

İbni Selâm korkusundan uzak kalır ve çareyi büyücülerde aramaya başlar.

Mecnun'un vefalı, eşi az bulunur biricik dostu Zeyd, Mecnun'a Leylâ'nın evlendiğini haber verir. Mecnun Leylâ'ya mektup yazar:

"Ey 'ahdde vefâsı olmayan yâr
 Agyâruma gül olan mene hâr"

Herkes ikisinden bahsederken adının kötüye çıkmasının hoş olmayacağını söyler.

"Âyâ ne idi bu bî-vefâlıg
 Bîgâneler ile âşinâlıg"

Eğer neşesinin yerinde olduğunu sanıyorduysa, neden davet edilmediğini sorar; yok eğer, hâlini biliyor idiyse mazeret bildirip gönlünü almış olması gerekeceğini söyler.


Bu Murabba' Mecnûn Dilindendür

Gayr ile her dem nedür seyr-i gülistân itdügün
Bezm idüp halvet kılup yüz lûtf u ihsân itdügün
'Ahd bünyâdın mürüvvetdür mi vîrân itdügün
Hanı ey zâlim bizümle 'ahd ü peymân itdügün

Lahza lahza müdde'î pendün dür-i gûş eyledün
Kana kana gayr câm-ı şevkini nûş eyledün
Vara vara 'ahd ü peymânı ferâmûş eyledün
Hanı ey zâlim bizümle 'ahd ü peymân itdügün

Gayre salup mihrüni bizden savutdun 'âkıbet
Terk-i mihr itdün tarîk-i zulm dutdun 'âkıbet
'Ahdler peymânlar itmişdün unutdun 'âkıbet
Hanı ey zâlim bizümle 'ahd ü peymân itdügün

Cürmümüz n'oldı ki bizden eyledün bîzârlıg
Biz gemün çekdük sen itdün özgeye gem-hârlıg
Sizde 'âdet bu mıdur beyle mi olur yârlıg
Hanı ey zâlim bizümle 'ahd ü peymân itdügün

Çerh tek bed-mihrlig resmini bünyâd eyledün
Yahşi adun var iken döndün yaman ad eyledün
Döne döne bizi gem-nâk özgeni şâd eyledün
Hanı ey zâlim bizümle 'ahd ü peymân itdügün

Gönlümüz min-bâ'd zülfün-çün perîşân olmasun
Bagrumuz la'lün hevâsiyle dahi kan olmasun
Bî-vefâsen çeşmümüz yâdunla giryân olmasun
Hanı ey zâlim bizaümle 'ahd ü peymân itdügün

Va'de-i vasl ile aldun sabrumuz ârâmumuz
Olmadı bir gün visâlünden müyesser kâmumuz
Geçdi hecr ile Fuzûlî'den beter eyyâmumuz
Hanı ey zâlim bizümle 'ahd ü peymân itdügün


Mecnun dilinden murabbaın yorumu:

Başkaları ile her an (böyle) güllük seyirlerin nedir?
Meclisler düzenleyip gizlice yüzlerce bağışta bulunman nedir?
Söz verme binasını böyle harap etmen insanlığa sığar mı?
Ey zalim! Hani bizimle anlaşman, verdiğin söz?

Yavaş yavaş düşman öğüdünü kulağına küpe ettin.
Kana kana yabancıların arzu kadehini içtin.
Zamanla sözünü ve yeminini unuttun.
Ey zalim! Hani bizimle anlaşman, verdiğin söz?

Sonunda sevgini bizden çekip başkasına verdin.
Sonunda sevgiyi terk edip zulüm yolunu tuttun.
Sözler verip yeminler etmiştin sonunda unuttun.
Ey zalim! Hani bizimle anlaşman, verdiğin söz?

Kabahatimiz neydi ki bizden usandın?
Biz senin gamını çektik, sen başkasına tasalandın.
Sizde âdet bu mudur? Sevgililik böyle mi olur?
Ey zalim! Hani bizimle anlaşman, verdiğin söz?

Felek gibi insafsız davranışları yücelttin?
İyi adın var iken döndün kötü adlı oldun.
Döne döne bizi gamlı, sana yabancıyı memnun ettin.
Ey zalim! Hani bizimle anlaşman, verdiğin söz?

Kavuşma vaadiyle sabrımızı sınadın; (bizi) huzursuz kıldın.
Bir gün bile sana kavuşma mutluluğu nasip olmadı.
Günlerimiz ayrılık ile Fuzûlî'nin günlerinden beter geçti.
Ey zalim! Hani bizimle anlaşman, verdiğin söz?


Zeyd, İbni Selâm'la büyü ve sihirden anlar görünerek arkadaş olur. Elindeki mektubu muska diyerek Leylâ'ya ulaştırır. Leylâ, Mecnun'a hak verdiğini ancak iradesinin kendi elinde olmadığını, dilediği gibi davranamadığını yazar. Çok sıkıntı çektiğini, aşkını gizlemek zorunda olduğu için mazur görülmek istediğini söyler.


Bu Murabba Leylî Dilindendür

Girîbân oldı rüsvâlıg eliyle çâk dâmen hem
Mene rüsvâlıgumda dûst hem ta'n itdi düşmen hem
Reh-i 'ışk içre cân kıldum giriftâr-ı belâ ten hem
Bu yitmez mi ki bir derd arturursen derdüme sen hem

Eger dutsam gemüm ilden nihân sabr ü karârım yoh
Ve ger şerh-i gem-i pinhânum itsem gem-güsârım yoh
Esîr-i bend ü zindânem elümde ihtiyârum yoh
Bu yitmez mi ki bir derd arturursen derdüme sen hem

Olupdur eşk-i hûn-âb ile gül-gûn çihre-i zerdüm
Yanupdur âteş-i hicrâna cân-ı derd-perverdüm
Cefâ-yı çerh-i kec-reftâr elinden var min derdüm
Bu yitmez mi ki bir derd arturursen derdüme sen hem

Gehî şevk-i visâl ü geh belâ-yı hecr ile zârem
Özüm hem bilmezem derdüm nedür men neçe bîmârem 
Gem-i 'ışk içre bir dermânı yoh derde giriftârem
Bu yitmez mi ki bir derd arturursen derdüme sen hem

Cüdâ senden belâ vü derd-i hicrân ile dutdum hû
Kılur her dem mene bî-dâd derd ayru belâ ayru
Belâ vü derde düşdüm rûzgârum beyle hâlüm bu
Bu yitmez mi ki bir derd arturursen derdüme sen hem

Tabîb-i 'akla çoh izhâr kıldum derd-i pinhânı
Men-i bîmâra mutlak olmadı bir sıhhat imkânı 
Ezelden var min derdüm ki yohdur hîç dermânı
Bu yitmez mi ki bir derd arturursen derdüme sen hem

Fuzûlî her zemân bir ta'n ile bagrum kılursen kan
'Aceb bilmez misen 'ışkdan geçmek degül âsân 
Bilürsen düşmişem bir derde kim yohdur ana dermân
Bu yitmez mi ki bir derd arturursen derdüme sen hem


Leylâ dilinden murabbaın yorumu:

Hem ayıplarımın meydana çıkması sebebiyle yakam paçam yırtıldı. Kepazeliğimden beni hem doıst hem düşman ayıpladı. Aşk yoluna can verdim de vücudum belaya tutsak oldu. Bu dertler yetmez mi de derdime dert katarsın?

Derdimi yabancılardan saklamaya kalksam sabrım sukûnetim yok. Gizlediğim derdimi anlatmaya kalksam sırdaşım, hâlden anlayanım yok. Zindanda bağlı bir tutsağım katlanamıyorum. Bu dertler yetmez mi de derdime dert katarsın?

Sararmış yüzüm kanlı gözyaşlarıyla ıslanmaktadır. Dertle terbiye olan canım ayrılık ateşiyle yanmaktadır. Eğri yolu tutmuş zalim feleğin elinden bin derdim vardır. Bu dertler yetmez mi de derdime dert katarsın?

Bir kavuşma isteğiyle, bir ayrılık belâsıyla ağlıyorum. Kendimi bilmiyorum, derdim nedir? Ben neden hastayım? Aşk gamından bir çaresiz derde tutulmuşum. Bu dertler yetmez mi de derdime dert katarsın?

Senden ayrı kalalı ayrılık derdi ve belâ sebebiyle: "Hu!" deyip durdum. Adalettten habersiz insanlar her an bana zûlm ediyorlar. Belâya ve derde düşmüş hâldeyim, zamanım böyle geçiyor. Bu dertler yetmez mi de derdime dert katarsın?

Akıl doktoruna çok anlattım gizli derdi. Ben hastaya sağlıklı olmak hiç mümkün olmadı. Ta en başından beri bin derdim var ki hiçbirinin dermanı yoktur. Bu dertler yetmez mi de derdime dert katarsın?

Ey Fuzûlî! Her vakitte kötüleyip içimi kan ağlatırsın. Acaba aşktan vaz geçmenin kolay olduğunu mu sanırsın? (Oysa) düştüğüm derdin dermanının olmadığını bilirsin. Bu dertler yetmez mi de derdime dert katarsın?


Leylâ'nın babası kabilelerinin reisinden, kabilenin namusuna zarar verdiği ve rezillik çıkardığı düşüncesinde Mecnun'u def etmesini ister. 

Mecnun'un babası haberdar olur. Mecnun'u aramaya çıkar. Gece olur, ihtiyar çölde bir alev görür. Yaklaştığında o alevin, Mecnun'un "Ah"ından peyda olduğunu görür. Kederle oğlunun yanına oturur. Gözyaşını silmeye davranır. Mecnun gözlerini açar ama babasını tanımaz; Leylâ'dan haber getiren bir elçi olup olmadığını sorar; eğer kendisi bir elçi değilse gitmesini ister. Babası kendini tanıtır, nasihâte başlar:

"Her vaktdedür bir emr gâlib
 Her ahd'ddedür bir iş münâsib

 Nev-reslere 'ışk bir hünerdür
 Ser-hadd-i kemâle râh-berdür"

"Ne sûd hemîşe mestlikden
 Ne fâide büt-perestlikden"

"Ol lahza ki hûşyâr olursen
 Elbetde ki şerm-sâr olursen"

"Bir dilbere vir gönül ki dâim
 Bünyâd-ı sebâtı ola kâim

 Ger olsa yolında bu cihân hâk
 Dâmânı ola gubârdan pâk"

"Yohdur çü bekâsı rûzgârun
 Farz eyle ki oldı yâr yârun

 Vasl itme anunla kim bilürsen
 Bir gün olur andan ayrılursen"

"Her kime gerek gelen mahalde
 Bu kârgeh içre bir 'amelde"

"Ey kârgeh-i cihâna dâhil
 Sen hem 'amel eyle olma kâhil"

Ölümünün yakın olduğunu, çok emekler sarf ederek biriktirdiklerini oğluna bırakmak istediğini söyler. Mecnun'un hırsından eser kalmadığı gün geldiğinde oğlunun ortada kalacağından korktuğunu belirtir. 

"'Âkil kişi dûr-bîn gerekdür
 Dünyâya ümîd bir direkdür"

Babasının öğüdü bitince Mecnun'un durup düşünür. Aşk ona seslenmektedir:

"Menden geç ü cân u tenden ayrul
 Koy vaslıgunı özünle sen bil"

Aşka boyun eğer. Babasına sözlerinin hayırlı ve faydalı olduğuna inandığını, öğüdünün huzurun ta kendisi olduğunu söyler. Ancak:"Bana eve dönmemi teklif etme; senin göçeceğin yerde ben olsam ne olur? Ben de bir gün bırakıp gitmeyecek miyim?" diyorken aniden kolu kanamaya başlar. Babası şaşırınca, Leylâ'nın kolundan kan aldırdığını, aynı yaranın kendinde de oluştuğunu anlatır. 

"Sagınma ki oldur ol menem men
 Bir cân ile zindedür iki ten"

Babası insaf eder; oğlunu ayıplayıp azarlamaktan vaz geçer. Hakkının helâlini ister. Ölünce mezarına gelmesini vasiyet eder:"Kimsesizlikten utanmayayım, bir varisim olduğunu bilsinler", der gözü yaşlı evine döner. Hastalanır; dilinde Mecnun'un adıyla can verir. 

"Dünyâya ümîd dutmak olmaz
 Hergiz ölümi unutmak olmaz

 Hôş hâne-i 'ıyşdür bu 'âlem
 Derdâ ki degül esâsı möhkem"

"Dünyâ ki nigâr-ı dil rübâdur
 Zinhâr sagınma bî-vefâdur

 Sen gerçi olupsen ana meftûn
 Oldur talebünde senden efzûn

 Sensen ana cehl ile talebkâr 
 Oldur sene 'ilm ile hevâdâr

 Her neçe ki ana mihmânsen
 'Iyş ü tarab ile kâm-rânsen

 Andan sefer ihtiyâr idende
 Kurb-i Haka yüz dutup gidende

 Göz sürmesi eyleyüp gubârun
 Tâ mahşer ola nigâhdârun

Yolunda özin virür fenâya
Sahlar seni tapşurur bekâya

 Her kim ki bu nüktedendür âgâh 
 Devrân-ı felekden itmez ikrâh

 Hem dirlikde 'azâbı olmaz
 Hem mevtden ictinâbı olmaz"

Mecnun durumdan haber alır almaz mezara koşar. Kıymetini bilemediği her şey için pişmanlığını dillendirir. Af diler. Matem tutar. İnsana ölümden başka bir şey vaat etmeyen çöle döner. 

"Erbâb-ı kemâle ol 'ıyândur
 Kim hüsn ile 'ışk tev'emândur

 Hüsn olmasa 'ışk zâhir olmaz
 'Işk olmasa hüsn bâhir olmaz"

Bir gün Mecnun çölde bir levha üzerinde kendilerinin resmini görür. Leylâ'nın resmini kazır, kendininkini bırakır. "Bizim gerçeğimiz birdir; ikilik yakışık almaz", diye. "Seninki baki kalacağına onunki kalsın", derler.

"Didi reh-i 'ışkda ne lâyık
 Ma'şûk ola nikâb-ı 'âşık

 'Uşşâk ten ü habîb cândur
 Ten zâhir ü tende cân nihândur

 Ma'şûka ne bâk olursa mestûr
 'Âşık gerek il içinde meşhûr

 Kim 'âleme 'âşık ahıdan yaş
 Ma'şûk kim oldugın kılur fâş"

Mecnun çöldeki hayvana hükmettiği günlerde tüm hayvanlar barış içindedir. Ancak Mecnun için (artık) hayal ile gerçek iç içe geçmiştir.

"Bir gice ki zulmet-i ziyâ-sûz
 Zülf-i şebi itdi bürka'-i rûz

 Bir la'li idüp sipihr nâ-yâb
 Gösterdi yirine min dür-i nâb"

Mecnun hayranlıkla göğü seyrederek aklın ve tedbirin simgesi Merkür gezegeninden çılgınlığa çare umar. Ardından kahramanlığın simgesi Mars'tan güç diler. En sonunda kalem ve kılıçtan ümidini keserek yaradanına yönelir...

"Leylîni sen eyledün perî-veş
 Kim câna cemâli urdı âteş"

"Bî-çâredür öz işinde ol hem
 Senden bulınur bu zahma merhem

 Ger derd ü eger devâ senündür
 Hâkim sensen rızâ senündür"

Zevk ve neşesini, gözüne Leylâ'nın dudağının hayâlini salıp ruhuna onun kusursuz güzelliğini vererek, artırması için dua eder.

"Görmek rahin olmaz olsa makdûr
 Hûn-bâr gözümde olmasın nûr

 Zevk-i elemi olursa nâ-yâb
 Mecrûh tenümde olmasun tâb"

Leylâ Mecnun'un babasının ölüm haberini almış, kendilerine yardım eden bu ihtiyarı kaybetmelerine çok üzülmüştür. Zeyd vasıtasıyla Mecnun'a hâlini hatırını sorar.

"Ne yazmaga nâme ihtiyârum
 Ne itmege 'arz râzdârum

 Gonca kimiyem men-i perîşân
 Agzum dutulu içüm tolu kan"

"Sen kim şeh-i kişver-i rızâsen
 Her kime dilersen âşinâsen"

"Âyâ ne içün kılursen ihmâl
 Hâl-i dilün eylemezsen irsâl"

"Senden degülem bu işde râzî
 Hâlâ kerem it hilâf-ı mâzî"


Bu Gazel Leylî Dilindendür

Niçün ol safha-i Kâfûra kilkin müşg-bâr itmez
Yazup bir ruk'a lutf ile bizi ümmîd-vâr itmez

Menümle dûst lutfın az bilüp çoh ta'n ider düşmen
Niçün lutf eyleyüp  düşmenleri bir şerm-sâr itmez

Gel ey göz yâr hattın nâmede görmek heves kılma
Ki hatt-ı nâme de'f-i derd-i hecr-i hatt-ı yâr itmez

Kebûterden umardum nâmesin gör za'f-ı tâli' kim
Görüp âhum odın menden yana ol hem güzâr itmez

Fuzûlî nâme-i dildâr bir ta'vîzdür gûyâ
Ki ansuz haste-diller hâtırı bir dem karâr itmez


Leylâ dilinden gazelin yorumu:

Niçin o (sevgili) beyaz sayfaya kamış kalemiyle misk saçmaz? Bir kısa mektup yazıp Lûtfedip de bizi ümitli kılmaz?

Dostun bağışlarını az görüp beni çok kötüler düşman; neden (yâr) lûtfedip de düşmanları bir kez mahcup etmez?

Ey göz! Gel, sevgilinin yazısını mektupta görmeye heves etme! Çünkü mektup yazısı sevgilinin yüzünden uzakta olmanın derdini gidermez.

(Sevgilinin) mektubunu güvercinden beklerdim, kuvvetsiz talihe bak ki, ahımın ateşini görüp o da benim yanımdan geçmez.

Ey Fuzûlî! Sevgilinin mektubu bir muska olsa gerek çünkü hasta gönülller onsuz bir an bile huzur bulmaz.


Mecnun şiiri duyunca sevgilisine duyduğu güven tazelenir. Vefalı olma vasfının Leylâ'yı diğer güzellerden üstün kıldığını düşünür. "Ben uzağında olsam da olur, sen mutlu ol yeter", der.

"Hem derdüm isen menümle yâr ol
 Hem-derdligün yoh ise var ol"

Leylâ'yı vuslata çağırır: "İbni Selâm engel olursa bana bildir, ahımla onun talihini karartayım", der. Zeyd bu sözleri Leylâ'ya ulaştırır.

"Hasret elemi yaman elemdür
 Gem bedraka-i reh-i 'ademdür"

İbni Selâm ölür.

"Budur reh ü resmi rûzgârun
 Kim ola hezânı her behârun"

Leylâ bu bahaneyle aşk acısını doya doya yaşar. Baba evine döner.
Bu durumu Mecnun'a haber veren Zeyd Mecun'un üzüldüğünü görüp şaşırır.

"Kim fevt-i rakîb eşitse 'âşık
 Gülmek gerek aglamak ne lâyık"

Sebebini sorar.

"Mecnûn didi ey vefâlı yârum
 Yohdur mı bu yolda neng ü 'ârum

 Cânâ neye cân viren yirüpdür
 Cân virmeyen arada itüpdür

 Ol dûstuma degüldi düşmen
 Hem ol ana 'âşık idi hem men

 Ol cânını virdi vâsıl oldı
 Öz mertebesinde kâmil oldı

 Naksum menüm irmedi kemâle
 'Ayb eyleme aglasam bu hâle"


Bu Gazel Mecnûn Dilindendür

'Âşık oldur kim kılur cânın fedâ cânânına
Meyl-i cânân itmesü her kim ki kıymaz cânına

Cânını cânâna virmekdür kemâli 'âşıkun
Virmeyen cân i'tirâf itmek gerek noksânına

Vasl eyyâmı virüp cânâna cân râhat bulan
Yegdür andan kim salur cânın gem-i hicrânına

'Işk resmin 'âşık ögrenmek gerek pervâneden
Kim köyer gördükde şem'ün âteş-i sûzânına

Fânî ol 'ışk içre kim benzer fenâsı 'âşıkun
Feyz-i câvîd ile Hızrun çeşme-i hayvânına

'Işk derdinün devâsı terk-i cân itmekdedür
Terk-i cân dirler bu derdün mu'teber derânına

Hîç kim cânân içün cân virmege lâf itmesün
Kim gelüpdür bu sıfat ancak Fuzûlî şânına


Mecnun dilinden gazelin yorumu:

Âşık odur ki canını sevgilisine feda eder. Canına kıymaktan çekinen sevgiliye meyletmesin!

Âşığın ulaşacağı en son zirve canını sevgilisine vermektir. Can vermeyen eksiğini kabûllenmelidir.

Kavuşma anında sevgiliye can verip de rahata eren canını ayrılık sızısına salandan yeğdir.

Âşık aşkın usûlünü pervaneden öğrenmelidir. Çünkü (pervane) görür görmez mumun yakıcı alevine düşüverir.

Aşk içinde kaybol. Çünkü âşığın yok oluşu, sonsuzluk bereketi ile Hızır'ın ölümsüzlük suyuna benzer.

Aşk derdinin devası canı terk etmektir. Bu derdin güvenilir dermanının canı terk etmek olduğunu söylerler.

Hiç kimse sevgili için can vermekten bahsetmesin çünkü bu hâl ancak Fuzûlî'nin şanına yakışır.


Leylâ çevresindeki herkesi kendinden uzaklaştıracak kadar yoğun bir matem tutmaya başlar. Sabrının huzurunun kalmadığını geceye ve gündüze anlatır. Sonunda geceyi gündüze gündüzü geceye döndüren Allah'a yönelir.

"Ya vir mene mihnetümce tâkat
 Ya tâkatüm oldugınca minnet

 Ger câme-i sabrum eylesem çâk
 Hükmün yolı görinür heter-nâk

 V'er gönlüme virsem istimâlet
 Tâkatçe degül gem ü melâlet

 Nâmusdan eylesem cüdâlıg
 Mecnûn ile kılsam âşinâlıg

 Korhum bu ki 'ismet ola pâ-mâl
 Fermâna muvâfık olmaya hâl

 Kılsam bu hevâdan hıfz-ı nâmûs
 Ma'mûre-i vaslum ola mahrûs

 Korhum bu ki dûd-i âh-ı Mecnûn
 Ehvâlümi eyleye dîger-gûn

 Sâdıklarun âhı mu'teberdür
 Andan hazer itmemek heterdür"

"Rûhum ki bedendedür senündür
 Her neş'e ki mendedür senündür

 Gencîne-i hüsnüne emînem
 Sensen sebebüm ki nâzenînem

 Yâ Rab meded it ki bu emânet
 Mahfûz ola tâ dem-i kıyâmet

 Tâ kurbe teveccüh itdügün çag
 Alnum açug ola vü yüzüm ag"

Bu sırada göç için kervan çanı çalar. Leylâ'nın bindiği deve Leylâ'nın aşk ve gam yükünden mest olur. Bunu gören Leylâ deveye derdini açar. Deveden kendisini Mecnun'un olduğu tarafa götürmesini ister. Derken kendinden geçer, kervandan ayrı düşer. Kervan başı karanlık nedeniyle Leylâ'nın yokluğunu farketmez. Leylâ gözünü açtığında kaybolduğunu anlar.

Kederli birine rastlar ve yol sormak için kibarca söze başlar, "Kimsin?" der. Karşılaştığı adam çirkin görünüşlü biridir. "Mecnun", cevabını alınca  inanmaz. Önce adamı aşağılar.

"Mecnûn didi ehl-i hâl olur lâl
 Besdür nem-i eşk şâhid-i hâl

 Tertîb-i 'ibâret ü fesâhat
 'Işk ehlinedür delîl-i râhat"

"Leylî didi çün sene şeküm var
 Mecnûn isen eyle hâlün izhâr

 Leylîni seversen eyle bünyâd
 Bir ş'ir ü geçen zemânum it yâd"

Mecnun kendine yakın bulduğu için konuşmaya devam eder.

"Dildâr gemin mi söyleyem âh
 Ya pend-i muhibb ü t'an-ı bed-hâh"

Başından geçenleri özetler.

"Ümmîd ile 'ömrüm oldı zâyi'
 Hâlüm tebeh itdi za'f-ı tâli'"

Ayrılığından bahs açıldığı için duygulanır, ilham gelir.


Bu Gazel Mecnûn Dilindendür

Âh kim bir dem felek re'yümce devrân itmedi
Vasl dermâniyle def'-i derd-i hicrân itmedi

Yârdan min derd-i dil çekdüm bu hem bir derd kim
Bildi min derd-i dilüm bir derde dermân itmedi

Vâdi-i gurbetde cân virdüm meni ol şâh-ı hüsn
Bir gice hân-ı visâli üzre mihmân itmedi

Dûstlar çâk-i girîbânum görüp 'ayb eylemen
Ol güli kim gördi kim çâk-i girîbân itmedi

Fakr mülkin dut ger istersen kemâl-i saltanat
Kim bu mülkün fethini fagfûr ü hâkân itmedi

Tîg-i bî-dâd ile her dem kanumı tökmek nedür
Ey felek her kim dem urdı 'ışkdan kan itmedi

'Ahd ü peymân itdi yârum kim sene yârem velî
Yârlıg vakti sanursen 'ahd ü peymân itmedi

'Akl meydânını zindân-ı belâ bilmez henüz
Kim ki bir müddet cünûn mülkini seyrân itmedi

Sırr-ı 'ışkın itmedi ancak Fuzûlî âşikâr
Bu mubârek işi her kim itdi pinhân itmedi


Mecnun dilinden gazelin yorumu:

Ah, maalesef felek bir an istediğim gibi dönmedi. Ayrılık derdini kavuşma dermanıyla uzaklaştırmadı.

Sevgiliden bin gönül derdi çektim. Bu öyle bir dert ki bin gönül derdimi bildiği hâlde (bana) ilaç olmadı.

Yaban illerde can verdim. O güzellik şahı beni bir gece (olsun) kavuşma hanında konuk etmedi.

Dostlar! Yırtılmış yakamı görüp ayıplamayın. O gülü (gül gibi sevgiliyi) kim gördü de yakasını yırtmadı?

Eğer tam anlamıyla (bir) sultan olmayı dilersen yokluk binasını (mesken) tut. Çünkü bu binayı Çin imparatorları da, Türk ve Moğol hakanları da fethetmedi.

Zulüm kılıcı ile her an kanımı dökmek nedir? Ey felek! Aşktan bahseden kimse kan dökmedi.

Sevgilim: "Sana yâr olacağım", diye söz verip yemin etti. Dostluk zamanında yemin etmedi sanırsın.

Bir zaman delilik mülkünü seyretmemiş olan kimse akıl meydanının belâ zindanı olduğunu bilemez.

Sadece Fuzûlî aşk sırrını açıklamadı, bu hayırlı işi kim işlediyse gizlemedi. / Aşk sırrını sadece Fuzûlî açıklamış değil, kim bu hayırlı işi işlediyse gizlemedi.


Leylâ karşısındakinin Mecnun olduğunu anlayınca gözünün yaşı sel olur.

"Sen men didügüm habîb imişsen
 Derd-i dilüme tabîb imişsen

 Sensen dün ü gün dilümde zikrüm
 Gönlümde olan heyâl ü fikrüm

 Ger tanıyabilmedüm revâdur
 Mestem men ü mest işi hatâdur"

"Ey dil ki iderdün âh ü nâle
 Dâim nigerân olup visâle

 Ha devlet-i vasl ü zevk-i dildâr
 Bi'llâh dahi itme nâle vü zâr

 Ey dîde töküp sirişk-i gül-gûn
 Her dem dir idün ki hanı Mecnûn

 Manzûrun olupdur ol semen-ber
 Kıl makdemine nisâr gevher

 Ey cân ki çekerdün intizârı
 Görmek dileyüp hemîşe yârı

 Yitdün ana gel çıh imdi tenden
 Git yâra kes ihtilâtı menden"


Bu Gazel Leylî Dilindendür

Açmadı gönlüm felek tâ bagrumı kan itmedi
Kılmadı hurrem meni tâ zâr ü giryân itmedi

Kılmadın yüz pâre bî-dâd ile pür-hûn
Bu çemende gül kimi bir lahza handân itmedi

Şükr kim virdi felek kâmum menüm nevmîd idüp
Şîve-i mihr ü mahabbetden peşîmân itmedi

Derd yohdur kimsede yohsa tabîb-i feyz-i 'ışk
Kimde gördi derd kim ol derde dermân itmedi

Sabr yohdur merdüm-i 'âlemde yohsa rûzgâr
Hansı müşkil işi tedrîc ile âsân itmedi

Dutdı seyl-i âb-ı çeşmüm yir yüzin ammâ hôşem
Kim binâsın sabrumun ol seyl vîrân itmedi

'Işk sevdâsında sûd itdüm metâ'-ı vasl-ı dûst
Ey Fuzûlî cân viren cânâna noksân itmedi



Leylâ dilinden gazelin yorumu:

Bağrım kan dolmadan felek gönlümü ferahlatmadı. Beni ağlatıp inletmeden sevindirmedi.

Bu çayırda kan dolu gönlümü zûlm ile yüz parçaya bölmeden bir an olsun gül gibi güldürmedi.

Şükür ki felek dilediğimi verdi. Ümitsiz bırakıp da sevgi ve aşk konusunda pişman etmedi.

Kimsede dert yoktur; yoksa aşkın namlı doktoru kimde dert gördü de o derde derman sunmadı?

İnsanoğlu sabırsızdır; yoksa zaman hangi zor işi yavaş yavaş kolaylaştırmadı!..

Gözümün yaşı yer yüzüne sel oldu ama dert değil çünkü o sel sabrımın binasını yıkmadı.

Ey Fuzûlî! Sevgilisine can veren zararlı çıkmadı; aşk sevdasında dosta kavuşma menfaâti kâr ettim.


Ancak Mecnûn Leylâ'yı tanımamıştır.

"Çün mende yoh ihtimâl-i idrâk
 Sen söyle özün ki kimsen ey pâk"


Bu Gazel Mecnûn Dilindendür

Eyle ser-mestem ki idrâk itmezem dünyâ nedür
Men kimem sâkî olan kimdür mey-i sahbâ nedür

Gerçi cânândan dil-i şeydâ içün kâm isterem
Sorsa cânân bilmezem kâm-ı dîl-i şeydâ nedür

Vasldan çün 'âşıkı müstagnî eyler bir visâl
'Âşıka ma'şûkdan her dem bu istignâ nedür

Hikmet-i dünyâ vü mâ-fîhâ bilen 'ârif degül
'Ârif oldur bilmeye dünyâ vü mâ-fîhâ nedür

Âh ü feryâdun Fuzûlî incidüpdür 'âlemi
Ger belâ-yı 'ışk ile hôşnûd isen gavgâ nedür


Mecnun dilinden gazelin yorumu:

Öyle sarhoşum ki akıl erdiremiyorum dünya nedir? Ben kimim? Şarabı sunan kim? Şarap nedir?

Sevgiliden divane gönlümün muradını istiyorum fakat sevgili divane gönlümün arzusunu sorsa nedir bilmiyorum.

Bir kez kavuşmak âşığın gönlünü doyurur; (o hâlde) sevgilinin âşığa bu her an nazlanması nedir?

Dünyayı ve dünyanın hâlinin sırrını bilen bilgin değildir. bilgin odur ki dünya nedir, dünya hâli nedir bilmez.

Ey Fuzûlî! Ahların feryatların âlemi incitmekte. Eğer aşk belâsı ile hoş olmuşsan bu kavga nedir?


"Leylî menem ârzû-yı cânun
 Kâm-ı dil-i zâr-ı nâ-tüvânun"

"Çün düşdi mecâlün itme ihmâl
 Gel nezrüni dut emânetün al

 Ger haste isen menem tabîbün
 V'er 'âşık isen menem habîbün

 Gel bezm-i visâle mahrem olgıl
 Bir lahza menümle hem-dem olgıl"


Ancak âşık değilse, âşıkmış gibi davranıp ikisine de söz getirmemesi için onu uyarır.


"Ey gül bu bana degül midür neng
 Kim olmayasen menümle hem-reng"

"Çoh tecribe kılmışam olur az
 Ma'şûkına âşık eylemek nâz"


Bu Gazel Leylî Dilindendür

Ey kılan şeydâ meni menden bu istignâ nedür
Nişe sormazsen ki ehvâl-i dil-i şeydâ nedür

Ger mene halk içre pervâ kılmasan ma'zûrsen
Bu ki tenhâlıgda kılmazsen mene pervâ nedür

Sehldür gel bilmeyüp hâlüm terahhum kılmasan
Hâlümi bilmek tegâfül eylemek 'amdâ nedür

Gül temennâsında dirler bülbülün gavgâların
Çün güli gördükde kılmaz meyl bu gavgâ nedür

Ol perî mutlak men-i rüsvâya kılmaz iltifât
Ey Fuzûlî bilmezem cürm-i men-i rüsvâ nedür


Leyla dilinden gazelin yorumu:

Ey beni divane kılan! Bana karşı bu umursamazlığın nedir? "Bu divane gönlünün hâli nedir?" diye neden sormuyorsun?

Halk içinde benimle ilgilenmezsen mazursun ama başbaşa kaldığımızda da benimle ilgilenmiyorsan bu nedir ki?

Hâlimi bilmediğin için bana şefkâtli davranmazsan bu kabûl edilebilir bir şeydir. Hâlimi bilip de bilmemezlikten gelmekteki niyetin nedir?

"Bülbülün kavgalarının sebebi gülün bir selâmı içindir", derler. Peki gülü gördüğünde ona yönelmiyorsa neyin kavgasını vermektedir?

Ey Fuzûlî! O peri ben rüsvaya hiç iltifat etmez. Bilmiyorum ben rüsvanın suçu nedir?


Mecnun: "Beni yakmaya hayalin yetiyor, sana kavuşmaya dayanacak gücüm yok. Aşk sayesinde senle ben manen bir olduk. Artık görünüşe aldanmam. Can beni terk edeli çok oldu. Şimdi canım sensin. Beni benden kurtardın. Ben yokum, sen varsın", der.


"Dâim sene mendedür tecellî
 Men gayrden olmışam tesellî

 Ger men men isem nesen sen ey yâr
 Ger sen sen isen neyem men-i zâr

 Çün men olubem senünle memlu
 Vahdet revişinde hoş degül bu

 Kim daşrada isteyem nişânun
 Bir özge mekân bilem mekânun

 Evvel bu işi idende bünyâd
 Men tıfl idüm ü zemâne üstâd"


Artık olgunlaştığını söyler. "Benim adım çıktı, sen masum kal, iyi adlı ol. Çünkü senin her hareketin benim her hareketime delildir. Bizi hor görmek isteyenlerin ağzını açtırma," der.


"Sen olma fesâne-i halâyık
 Mecnûn işi Leylîye ne lâyık"

Leylâ'dan kendisine acımasını ve kendini gizlemesini ister.

"Sen 'akl eteğini koyma elden
 Nâmûsunı sahla her halelden"


Bu Gazel Mecnûn Dilindendür

Heyâl ile tesellâdur gönül meyl-i visâl itmez
Gönülden daşra bir yâr oldugın 'âşık heyâl itmez

Hakîkî 'ışk çün müstevcib-i noksân degül mutlak
Özin ehl-i hakîkat vâlih-i hüsn ü cemâl itmez

Kemâl-i 'ışka tâlib muhterizdür hüsn-i sûretden
Ki kayd-i hüsn-i sûret 'âşıkı sâhib-kemâl itmez

Delîl-i cehldür 'ışk ehline sûret-perest olmak
Ki 'âkil iftirâkı mümkin ile ittisâl itmez

Gönülde dûst temkîn bulsa olmaz gözde cevlânı
Mahabbet sâbit olsa öz yirinden intikâl itmez

Sevâd-ı mâsivâdan levh-i dil hâlî gerek dâim
Muvahhid safha-i idrâke nakş-ı hatt u hâl itmez

İrâdet zâyi' itmez ehl-i ma'nî sûrete hergiz
Hakîkat cevherin cehl-i mecâza pây-mâl itmez

Mukayyed olmaz ehl-i sûretün rengine hâl ehli
Fuzûlî kim mukayyeddür meger idrâk-i hâl itmez


Mecnun dilinden gazelin yorumu:

Gönlü hayal avutmuştur, (bu sebeple) kavuşmaya çabalamaz. Âşık gönül dışında bir sevgili bulunduğunu hayal etmez.

Ermişler kendilerini yüz güzelliğine kaptırmaz çünkü hakikî aşka asla eksiklik yakışmaz.

Kusursuz aşk isteyen şekle bağlı güzellikten çekinir çünkü görünüşe bağlanma âşığı olgunlaştırmaz.

Görünüşe değer vermek aşk sahiplerince cehaletin kanıtıdır. Çünkü ileri görüşlü olan yitip gideceği belli olana bağlanmaz.

Dost gönülde yer ederse gözde dolanıp durmaz. Sevgi yerini bulmuşsa fanî olmaz.

Gönül ilahî nurla apaydınlık olmalı. Tevhid bilincinde olanlar zihinlerini elle tutulur güzelliklerle oyalamazlar.

Mananın tadını almış olanlar asla maddeye yeltenmezler, yalan peşinde olmanın bilgisizliğiyle öz gerçeği ayaklar altına almazlar.

Durumu kavramış, bir şeylerin farkına varmış olanlar şekle aldanmış olanlara karşı kayıtsızdırlar. Fuzûlî bağlanmış olsa gerek ki hâle akıl erdiremez.


Leylâ Mecnun'un hâlinden, ulaştığı yüksek mertebeden memnun olur. Yıllardır Mecnun için süslenmiştir, Mecnun'dan bir an için kendine bakmasını, gönlünü teskin etmesini ister.

"Zirâ ki nişân-ı hüsn-i kâbil
 Oldur k'anâ 'âşık ola mâil

 Hüsnümde çü yoh kabûl-i 'âşık
 Noksân ile olmagum ne lâyık"


Bu Gazel Leylâ Dilindendür

Ne dilber kim demâdem 'âşıka 'arz-ı cemâl itmez
Kalur nâkıs bulup feyz-i nezer kesb-i kemâl itmez

Degül cezb itmeyen 'uşşâkı ma'şûk olmaga kâbil
Ne hâsıl hüsn-i sûretden ki cezb-i ehl-i hâl itmez

Gerek ruhsâre-i ma'şûk olmaga kâbil
Ne hâsıl hüsn-i sûretden ki cezb-i ehl-i hâl itmez

Hevâ-yı nefsdür kim hûblar vaslına tâlibdür
Ve ger ne 'ışk-ı kâmil fark-ı hicrân ü visâl itmez

Olan nakd-i hayâtın 'âşıkun ma'şûka sarf eyler
Bu zulmi âh eger ma'şûkına 'âşık halâl itmez

Mecâz ehline hûblar cilve-i nâz eylesünler kim
Özin ehl-i hakîkat mübtelâ-yı zülf ü hâl itmez

Fuzûlî 'âlem-i sûretde ser-gerdân gezer gâfil
Zehî gâfil bu sevdânun ser-encâmın heyâl itmez


Leylâ dilinden gazelin yorumu:

Ne dilber ki her an âşığa yüzünü göstermez. Bol bol bakılsa eksik kalır, kusursuzluk elde etmez.

Âşıkları kendine çekemeyen mâşuk değildir. Maneviyatı yoğun kişilerin ilgisini çekmeyen güzellik ne işe yarar ki!

Âşık olunan kişinin yanağı bilge olmayanlardan saklı olmalı çünkü bilge olmayan (kişi) Allah'ın sanatını anlayamaz.

Güzellere kavuşmayı arzulama nefsin zararlı ve geçici hevesidir ve gerçek aşkta ayrılıkla kavuşma arasında fark yoktur.

Âşığın ömrünü mâşuk harcıyor. Âşık bu zulmü mâşukuna helâl etmezse, eyvâh!

Güzeller hoşa giden şımarıkça hareketlerini görünüşe aldananlara sergilesinler. Ermişler kendilerini kıvrım kıvrım saçlara ve benlere bağımlı kılmaz.

Fuzûlî suret âleminde bilinçsizce hayran hayran dolaşır. Bu şaşkın böylesi bir sevdanın sonunu hayal etmez.


Sözü yarıda kalır; onu aramaya gelmiş birini uzaklardan seçer, buluşmaları gizli kalsın diye devesini mahmuzalar. Mecnun yine karınca ve yılanlarla baş başa kalır.
Çöle düşeli beri melekler hayvan kılığında onunla dostluk etmişlerdir. O da zamanla manevî saflığa erişip herkesin itibar ettiği mecazlara değil hakikâte değer vermeye, sanatı değil ilahî sanatçıyı istemeye başlamıştır.

"Âvâzı vü zihni vü cemâli
 Kılmışdı mukayyed ehl-i hâli

 Kim olsa bu üç kemâle kâbil
 Dimek olur ana zât-ı kâmil"


Bu Gazel Mecnûn Dilindendür

Biz cihân ma'mûresin ma'nîde vîrân bilmişüz
'Âfiyet gencin bu vîrân içre pinhân bilmişüz

Ger özin dânâ bilür taklîd ile sûret-perest
'Âlem-i tahkîkde biz anı nâ-dân bilmişüz

Bî-haberler şerbet-i râhat bilürler bâdeni
Biz hakîm-i vaktüz ani tökmişüz kan bilmişüz

Bilmişüz kim mülk-i 'âlem kimseye kılmaz vefâ
Ol zemândan kim anı mülk-i Süleymân bilmişüz

Ayru bilmişsen Fuzûlî mescidi meyhâneden
Sehv imiş ol kim seni biz ehl-i 'irfân bilmişüz


Mecnun dilinden gazelin yorumu:

Biz cihan sarayını aslında harabe bilmişiz. Esenlik hazinesini bu harabe içinde gizli bilmişiz.

Surete tapan taklit ile kendini bilgin sanıyorsa da biz âlemi inceleyince onun haddini bilmezliğini görmüşüz.

Habersizler şarabı rahatlık içkisi diye bilirler. Biz zamanın doktoruyuz, onu dökmüşüz; (onu) kan bilmişiz.

Dünya mülkünün kimseye vefalı davranmayacağını anlamışız ki o zamandan beri onu Süleyman mülkü bellemişiz.

Ey Fuzûlî! Mescidi meyhanaden ayrı sanmışsın. Ne hata ki biz seni tecrübe ve zekâda üstad bilmişiz.


Laylâ dünya ile bağını koparmıştır. Bir kış günü vücudundan usanmış bir hâlde Allah'a yakarır:

"Yâ Rab meni it fenâya mülhak
 Kim râh- fenâ imiş reh-i Hak

 Pâk idi du'âsı itdi te'sîr
 Fi'l-hâl mizâcı buldı tagyîr"

Öleceği kesinleşince çekincesi kalmaz, annesine gizli sırrını açar. Mecnûn'un duasını almasını vasiyet eder.

"'Arz eyle ki ey vefâlu dildâr
 Cân vrdi yolunda Leylî-i zâr

 'Işkında yirine yiitdi lâfı
 Da'vâsınun olmadı hilâfı"

Mecnun'u da ahirete çağırmaktadır. Şefkâtli yârinin adını anarak kavuşma arzusuyla can verir.

"Dünyâ yedi başlu ejdehâdur
 Endîşe-i ülfeti hatâdur

 Her lutfınadur defîne min kahr
 Her şehdinedür karîne min zehr"


Gazel

Bu 'âlem kim gönül kaydın çekersen mihnet ü gemdür
Fenâ ser-menzilin seyr eyle kim bir hôşça 'âlemdür

Anup tenhâlıgı kabr içre nefret kılma ölmekden
Tarîk-ı üns dut kim her avuç toprak bir âdemdür

Degül möhkem cihân mülkinde her bünyâd kim kılsan
Fenâ mülkinde dut menzil kim ol bünyâd möhkemdür

Ecel âlâyiş-i havf ü hatâdan kurtarur nefsi
Bu cevher kîmyâ-yı devlete iksîr-i a'azmdur

Kemâl-i 'ışk-ı insân mevt ilendür râh-ı hilkmetde
Belî mücrâ kılan hükmün misâlin nakş-ı hâtemdür

Behâr eyyâmı girsen lâle-zâra hâkün eczâsın
Muhakkar görme kim her zerre bir câm ile bir Cemdür

Esîr-i nefsdür ehl-i cihân bilmez fenâ kadrin
Fuzûlî terk tevfîki sene ancak müsellemdür


Gazelin yorumu:

Ey Gönül! Bu âlem (ona) bağlanırsan eziyet ve gamdır. Ama yokluk durağını seyredersen bir hoşça âlemdir.

Kabir yalnızlığını düşünerek ölümden ürkme! Alışma yolunu tut çünkü her avuç toprak bir Âdem'dir.

Dünyaya attığın temel sağlam olmaz. yokluk mülkünün yolunu tut çünkü onun temeli sağlamdır.

Ölüm vakti korku ve hatalardan nefsi arındırır. Bu cevher mutluluk kimyasının en dikkâte değer iksirirdir.

Bilgelik yolunda, insan aşkı ile ölüm noktalanır. Evet, tıpkı hükmü geçerli kılanın mühür izi olması gibi.

Bahar günlerinde lâle bahçasine girersen toprağı hor görme çünkü her karış toprak bir kadehe, bir taca dönüşmektedir. (Lâlelerin görünüşü kadeh ve taca benzetilmiş.)

Dünyaya aldanıp da zevkine varanlar nefislerinin tutsağıdırlar, yokluğun kıymetini bilmezler.


Ey Fuzûlî! Şüphe yok ki dünyadan el etek çekmek ancak sana uygun düşmüştür.


Leylâ'nın cenazesi hürmetle kaldırılır. Zeyd Mecnun'a haberini götürür. Mecnun öyle bir ah çeker ki az kalsın feryadıyla Leylâ ecel uykusundan uyanacaktır. Şuursuzca yere düşer. Kendine gelince Zeyd'e sertçe çıkışır, gözlerinden yaşlar süzülmektedir.

"Ta'ne sözin itdi Zeyde bünyâd
 K'ey sâkî-i bezm-i zulm ü bî-dâd

 N'itdüm sene kasd-ı cânum itdün
 Kasd-ı dîl-i nâtüvânum itdün

 Kıydun men-i zâr ü nâtüvâna
 Urdun sitem âteşini câna

 Zehr idi meger bu virdügün câm
 Kim merg peyâmın itdi i'lâm"

 Te'sîr-i sitemden ictinâb it
 Bârî bu günâha bir sevâb it

 İlet meni yâr olan diyâra
 Şem' eyle meni mezâr-ı yâra"

Yola düşerler. Mecnun mezara kapanır.


Bu Gazel Mecnûn Dilindendür

Yandı cânum hecr ile vasl-ı ruh-i yâr isterem
Derd-mend-i fürkatem dermân-ı dîdâr isterem

Bülbül-i zârem degül bîhûde feryâd itdügüm
Kalmışam nâlân kafes kaydinde gülzâr isterem

Dehr bâzârında kâsiddür metâ'-ı himmetüm
Bu metâ'ı satmaga bir özge bâzâr isterem

Fânî olmak isterem ya'nî belâ-yı dehrden
Râhat-i cism-i za'îf ü cân-ı efgâr isterem

N'ola ger kılsam şeb-i hicrân temennâ-yı ecel
N'eyleyem çohdur gemüm def'ine gem-hâr isterem

Çün bekâ bezmindedür dildâr men hem turmazem
Bu fenâ deyrinde bezm-i vasl-ı dildâr isterem

Ey Fuzûlî istemez kimse rızâsıyla fenâ
Men ki mundan özge bilmen çâre nâ-çâr isterem


Mecnun dilinden gazelin yorumu:

Canım ayrılıkla yandı, yârin yanağına kavuşmayı isterim. Ayrılığın derdindeyim, (sevgilinin) yüz(ünün) dermanını isterim.

Çaresiz bülbülüm feryadım boşuna değildir. Kafeste tutsağım; inlerim gül bahçesini isterim.

Dünya pazarında gönülden gayretimin geçerliliği yok oldu. Bu himmeti satmaya başka pazar isterim.

Yaralı canımı ve zayıf vücudumu dünyanın belasından kurtarıp rahata erdirmek yani yok olmak isterim.

Ayrılık gecesinde ecele minnettar olsam ne olur? Ne yapayım, gamım çok. (Gamı) başımdan savmak için gam ortağı isterim.

Sevgili sonsuzluk meclisindedir; benim burada kalmama sebep yoktur. Bu yokluk meyhanesinde sevgilinin buluşma meclisini isterim.

Ey Fuzûlî! Kimse kendi kendine yok olmak istemez. Ben bundan başka çare bilmem; mecburen isterim.


"Leylâ!" diyerek can verir.

Zeyd bu hâli görünce çığırmaya başlar. Herkes toplanır. Mecnûn'nun bedenini yıkayıp Leylâ'nın yanına koyarlar. Mezara taş dikerler.

Dünya'nın dört bir yanından kabri ziyarete gelenlerin dilekleri hep kabûl olur.

Zeyd bir gece mezara yaslanmış uyur hâldeyken rüyasında yüzleri nurlu iki sevgiliyi Rıdvan Cenneti'inde görür.

"Çün munda rızâ virüp kazâya
 Sabr eylediler gem ü belâya"

Fuzûlî dünyayı kınar:

"Mecnûn eger olsa idi câhil
 Olmazdun itâ'atinde kâhil"

"Akrânı içinde hâr kıldun
 Bî-'izzet ü i'tibâr kıldun

 Leylî ger olaydı bir hayâsuz
 Ya sen kimi mihrsüz vefâsuz

 Olmazdı ana hemîşe cevrün
 Kâmınca müdâm olurdı devrün"

Dünya cevap verir:

"Men emre muvâfık eylerem devr
 Hikmetde vefâdur itdügüm cevr"

"Leylî didügün meh-i temâmı
 Men perdede sakladum girâmî"

"Şerh eylemek eyledün fesâne
 Kıldun olarun sözin behâne"

Fuzûlî kendi kendini teselli eder:

"Eş'âra 'abes diyüp usanma
 Sermâye-i nazmı sehl sanma

 Sözdür güher hizâne-i dil
 İzhâr-ı sıfât ü zâta kâbil"

"Mecnûn ile Leylîni kılub yâd
 Ervâhlarını eyledün şâd"

Okuyucularına şu sözlerle veda eder:

"Dem hayr sözinden ur demâdem
 V'er hayr dimezsen ebsem ebsem"


Bu yazıyı hazırlarken Muhammet Nur Doğan'ın Yelkenli Yayınları'ndan çıkan" Fuzulî Leylâ ve Mecnun" isimli kitabından, Ferit Devellioğlu'nun "Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat"ından,  http://www.islamansiklopedisi.info/  ve  http://www.osmanlicaturkce.com/  sitelerinden yararlandım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neşâtî'nin Gazeli ve Yahyâ Kemâl'in Tahmîsi

BÂKÎ