BÂKÎ
Hicrî takvimle 933'te (miladî 1526-1527 yıllarına tekabül eder) İstanbul'da doğan Mahmud Abdülbâkî medrese eğitimi görmüştür. İstanbul medrese hayatının cazibesi onu seraç çırağı olmaktan alıkoyar, bu durumda elbette ilme ve sanata verilen değerin de payı vardır. Zâtî'nin dükkanına giderek şiirlerini ona gösterdiği, fikir aldığı söylenir.
Kanuni'nin yakın arkadaşı olmuş, ölümü üzerine Sultan Süleyman Han Mersiyesi'ni yazmıştır. Bu mersiyesi bir abide gibidir, tıpkı Süleymaniye Camii gibi.
Yakın arkadaşları ile karşılıklı hiciv söylemekten hoşlanır, aleyhinde kasıtlı söylenen şiirlere cevap vermeye tenezzül etmezmiş
Yığınla şiir yazmaz, söylediğini mükemmel söylemek ister. Kelimelerini inci seçer gibi seçmiştir.
Rinddir. Yalnız aşkın fermanına boyun eğdiğini söyler. Kaza ve kadere itirazı yoktur.
Şiirlerinde derin ve orjinal bir felsefe yoktur.
Kendisi öyle çok şairi etkilemiştir ki Bâkî gibi yazmaya gayret eden çok sayıda insan benzer bir üslup oluşturdu, buna Bâkî Mektebi deniyor.
Devrinin Sultânu'ş-Şuarâsı olan Bâkî, şiiri, bir musiki sanatı olarak gördü. "Bu kubbede hoş bir sadâ" bırakmak istemiştir. Şiirini bülbül sesine benzetir.
İç musikiden ziyade dış musikiye (vezin, kafiye, nazım biçimi, kısaca şekil kusursuzluğu) değer verdi. Şekil sanatının üstadıydı.
Yapmacıksız terkipleri (tamlamaları) ve sağlam söyleyişleri vardır.
Şiirinde kuvvetli bir mahallilik, millî bir söyleyiş görülür, İstanbul'dan çizgiler bulunur.
İstanbul Türkçesi ile yazmıştır ve Türkçeye tercümelerinde açık ve temiz bir dil kullanmıştır. Türkçe cümle yapısını korumuştur.
Eski Türk sagularını andıran beyitleri bulunur.
Elemi konu edindiği kadar zaferleri de ele alır.
Dîvân'ı vardır:
Gazeller alfabetik sıraya göre dizilmiştir.
Kanuni ve Vezir Ali Paşa için yazdığı kasideler kıymetlidir.
Divanının her sınıftan insana ait nüshası bulunur.
Divanında münacaat ve naat yoktur.
Zengin bir "r" aliterasyonu görülür.
"Hazan Gazeli", "bütün şiir" anlayışı ile söylenmiştir.
Fezâilü'c-Cihâd'ı Arapça'dan tercümedir.
Me'âlimü'l-Yakîn'i bir siyer kitabıdır.
Fezâil-i Mekke'sinde de Mekke'nin faziletlerini anlatır.
GAZEL
Müheyyâ oldı meclis sâkiyâ peymâneler dönsün
Bu bezm-i rûh-bahşın şevkına mestâneler dönsün
Dilâ câm-ı şarâb-ı ‛aşk-ı yârı öyle nûş it kim
Felekler güm güm ötsün başına hum-hâneler dönsün
Hayâl-i şem‛-i ruhsârın ko yansun hâne-i dilde
Yakup ol şem‛e perin şevk ile pervâneler dönsün
Sen agyâr ile devr itdün peymâneyi dâ’im
Ser-i kûyun dolanup ‛aşık-ı dîvâneler dönsün
Bu bezm-i dil-güşâya mahrem olmaz Bâkiyâ herkes
Di gelsün ehl-i diller gelmesün bîgâneler dönsün
"Ey saki! Toplanılacak yer hazırlandı, kadehler dönmeye başlasın; bu ruh bağışlayan muhabbet yerinin verdiği neşe ve istek ile kendinden geçenler dönsün.
"Ey gönül! Yârin aşkının kadehini öyle bir iç ki; gökler, kubbeler güm güm ötsün, meyhaneler başının etrafında fırıl fırıl dönsün.
"(Ey sevgili!) Yanağının mumunun hayali, bırak, gönlümün evinde yansın; pervaneler durdurulamaz bir istekle o mumun etrafında kanatlarını yakarak dönsünler.
"(Ey sevgili!) Sen kadehi hep başkalarına uzatırken; çılgın âşıklar senin sokağının etrafını dolaşıp dursunlar.
"Gönüle ferahlık veren bu buluşmaya herkes uygun değildir. Ey Bâkî! Söyle de, gönül dilinden anlayanlar gelsin, (o derde) kayıtsız olanlar dönüp gitsinler."
GAZEL
Fermân-ı ‛aşka cân ile var inkıyâdumuz
Hükm-i kazâya zerre kadar yok ‛inâdumuz
Baş egmezüz edâniye dünyâ-yı dûn içün
Allâhadur tevekkülümüz i‛timâdumuz
Biz müttekâ-yi zer-keş-i câha tayanmazuz
Hakkun kemâl-i lutfındadur istinâdumuz
Zühd ü salâha eylemezüz ilticâ hele
Tutdı egerçi ‛âlem-i kevni fesâdumuz
Meyden safâ-yı bâtın-ı humdur garaz hemân
Erbâb-ı zâhir anlayamazlar murâdumuz
Minnet Hudâya devlet-i dünyâ fenâ bulur
Bâkî kalur sahîfe-i ‛âlemde adumuz
"Aşkın fermanına canla başla boyun eğeriz, Allah'ın kararına asla inat etmeyiz (Kaderle inatlaşmayız.).
"Dünya (menfaatleri) için oldukça aşağılık kimselere yaranmaya çalışmayız. Allah'tan gelenlerle yetinir, O'na güveniriz.
"Biz altın kakmalı mevki ve makam koltuğuna dayanmayız, güvendiğimiz dayanak Allah'ın eksiksiz bağışlarıdır.
"Fenalığımız bütün kâinatı kaplasa dahi, kesinlikle tutuculuğa ve bağnazlığa sığınmayız.
"Görünüşe aldananlar için şaraptan kasıt, içki küpünün içindeki zevktir, eğlencedir; onlar arzumuzu anlayamazlar. / Şarap derken kastettiğimiz, ancak, gönül saflığı, temizliğidir; görünüşe aldananlar amacımızı anlayamazlar.
"Allah'a şükür dünya saadeti geçicidir; adımız dünya sayfasından sonsuza kadar silinmez. /Allah'a şükür bu dünyanın mutluluğu geçicidir, adımız dünya sayfasında Bâkî kalacaktır."
GAZEL
Nedür bu handeler bu ‛işveler bu nâz u istigna
Nedür bu cilveler bu ‛işveler bu kâmet-i bâlâ
Nedür bu ‛ârız u kadd ü nedür bu çeşm ü ebrûlar
Nedür bu Hâl-i Hindûlar nedür bu habbetü's-sevdâ
Nedür bu pîç pîç ü çîn çîn ü ham-be-ham kâkül
Nedür bu turralar bu halka halka zülf-i müşg-âsâ
Miyânun rişte-i cân mı gümiş âyîne mi sînen
Bünâgûşunla mengûşun gül ile jâledür gûyâ
Sefâ ummaz cefâdan yüz çevürmez Bâkî ‛âşıkdur
Niyâz itmez ana cânâ yaraşur sana istignâ
"Nedir bu gülüşler, bu edalar, bu naz ve gönül tokluğu? Nedir bu cilveler, bu çekici tavırlar, bu yukarıdan bakmalar?
"Nedir bu yanak ve boy pos; ve (nedir) bu göz ve kaşlar? Nedir Hintli (gibi esmer) benler, nedir bu simsiyah tane?
"Nedir bu büklüm büklüm, kıvır kıvır, lüle lüle perçemler? Nedir bu alnına dökülenler, bu halka halka misk kokulu saç?
"Belin can ipliği mi, göğsün gümüş ayna mı? Güya kulak memen ile küpen, gül ile üzerindeki çiğ tanesidir.
"Bâkî sefa sürmeyi beklemez, âşık olduğu için cefaları sebebiyle (sevgiliden) yüz çevirmez. (Sevgili) (Bâkî'yi) istemez. Ey sevgili! (Zaten) sana nazlanmak yakışır. / (Bâkî) ona yalvarmaz. Ey sevgili! Sana Allah'tan başka kimsenin minneti altına girmemek yakışır."
GAZEL
Nâm u nişâne kalmadı fasl-ı bahârdan
Düşdi çemende berg-i dıraht i‛tibârdan
Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecrîde girdiler
Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan
Her yanadan ayağına altun akup gelür
Eşcâr-ı bâğ himmet umar cûy-bârdan
Sahn-ı çemende durma salınsun sabâ ile
Âzâdedür nihâl bugün berg ü bârdan
Bâkî çemende hayli perîşân imiş varak
Benzer ki bir şikâyeti var rûzgârdan
"Bahar mevsiminin ünü ve izi kalmadı. Ağaç yaprağı çayırda itibardan düştü.
"Bağın ağaçları çıplaklık hırkasına girdiler. Sonbahar rüzgârı, çayırda çınardan el aldı.
"(Akarsuyun) kenarına her yönden altın akıp gelir; (çünkü) bağın ağaçları akarsudan iyilik ummaktadır.
"Fidan bugün çayır sahnesinde hafif rüzgâr ile durmadan salınsın, yaprak ve meyvesinden kurtulmuştur.
"Ey Bâkî! Yaprak çayırda hayli perişan imiş, rüzgârdan bir şikayeti vara benziyor."
GAZEL
Çıkdı metâ‛-ı melâhat bahâlara
Hep nâz ü şîvedür satılan mübtelâlara
Giydin bu gice nâz ü letafet libâsını
Öpdür doyunca dâmenini bî-nevâlara
‛Âşık odur ki istemeye bûse vü kenâr
‛Aşk olsun öyle kâni‛ olan merhabâlara
Dil-ber odur ki mâlik-i bahr-i kemâl olup
Şi‛r okuya sefîne suna âşilara
Güftâr-ı yâr vasfına Bâkî gibi bugün
Kâdir mi var zamânede hüsn-i edâlara
"Yüz güzelliği alınıp satılır hâle geldi, (oysa) tutkunlara satılan hep eda ve nazdır. / Yüz güzelliğinin değeri yükseldi, daima tutkunlara eda ve naz satılmaktadır.
"Bu gece naz ve güzellik elbisesini giydin, eteğini muhtaçlara doyuncaya kadar öptür.
"Âşık öpücük ve kucaklaşma istemeyendir. Aşk, merhabalarla yetinenlerin olsun. / Öpücük ve kucaklaşma istemeyen âşıklar varsa da, böyle olup merhabalarla yetinenlere aşk olsun!
"Dilber bütün denizlerin sahibi olan, gidenlere şiir okuyup gemi sunandır.
"Bu zamanda Bâkî'ninki kadar güzel bir üslupla sevgiliyi anlatmaya, övmeye gücü yeten mi var? / Bu zamanda Bâkî gibi, güzellerin edalarını bilen, sevgilinin söz ve hâline âşina olan mı var?"
Bu yazımı yazarken Fuad Köprülü'nün, Nihad Sâmi Banarlı'nın, Ferit Devellioğlu'nun Ahmet Atillâ Şentürk'ün ve İskender Pala'nın eserlerinden yararlandım.
Yorumlar
Yorum Gönder